Sanat; toplumsal ve bireysel gelişimi, değişimi kolaylaştırır. Sanat; toplumdaki sorunları çeşitli yönleriyle ele alıp topluma sunarak toplumun kendini görmesini sağlar. Sanat öncülüğünde toplumsal uyanış hızlanır. Sanat; duyguları arılaştırıp durulaştırarak insanları sevgi ve barışa yöneltir. Sanat; topluma sorular yöneltir, yanıtlar verir. Kısaca sanatın ilk ereği; toplumları açıklamak ve toplumları değiştirmeye hazırlık yapmaktır. Özellikle 1940’lı yıllardan yana bütün sanat çevrelerinde çok tartışılan bir konu vardır: “Sanat, sanat için mİ? Sanat toplum için mi?” Bu soru ikilemi günümüzde halen tartışılıyorsa da; sanatçılar çoğunlukla toplum için sanat ilkesinde karar kılmışlardır.
Sanat için sanat, salt estetik kurgularla ve estetik kaygıları ön planda tutan sanat anlayışıdır. Ancak, popüler sanatı buna karıştırmamak gerekir. Popüler sanat her şeyiyle ayrı bir özelliğe sahip olup konumuz dışındadır. Selçuklu ve Osmanlı; resme, yontuculuğa, müziğe falan çok sıcak bakmadığından toplumsallıkta yer bulabilen tek sanat dalı edebiyat olmuştur. Halk ozanlarının toplumcu şiirlerini, taşlamalarını, yergilerini falan saymazsak; genel anlamda, toplumcu Türk edebiyatı Osmanlı’nın Tanzimat döneminde ortaya çıkarak sonraki dönemlerde de etkili olmuştur. Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Mithat, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Muallim Naci gibi yazar ve şairler bu dönem toplumcu edebiyatın öncüleridir. Bu yazar ve şairler batı sanatından etkilenip hem batı sanatını tanıtmışlar hem de toplumcu özgün sanat ürünleri ortaya koymuşlardır. Bu dönemde ulusalcılık, vatan sevgisi, kahramanlık gibi konular ön plana çıksa da; daha çok toplumsal konular işlenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Eğitim bakanlığı yapan Hasan Ali Yücel dünya klasiği olan yapıtları Türkçeye çevirtip yayımlattırmıştır. Bunun yanında her konuda halka bilgi veren kitaplar, öykü, masal, oyun türünden basılı yayınlar devlet eliyle basılıp en köşe bucak köylere kadar ulaştırılmıştır. Halkevlerinde tiyatro oyunları oynanmış, folklora ağırlık verilmiş, derleme ve araştırma çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. O günlerde yeni yazıya geçilmesine, halkın çoğunluğunun okuma yazma bilmemesine karşın bu çalışmalar büyük başarı kazandılar. Bu çalışmalar sürseydi şimdi Türkiye daha iyi yerlerde olabilirdi. Şimdi çoğunluğun okuryazar olmasına karşın, hemen her ilde bir yüksek okul olmasına karşın; türlü çeşit yayınların, gazetelerin, kitapların olmasına karşın halkın çoğunluğu okumuyor. İlgi bile göstermiyor. Sanatın her türüne de ilgisiz. Varsa yoksa internet, varsa yoksa okey, dedikodu, kahve sohbetleri falan filan ama sıra okumaya gelince bahaneler sayılmayacak kadar çoğalıyor.
Çoğunluk okuyup, dinleyip, izleyip akıllıca bir karar veremiyor. Bunları anlatmalı, yazmalı, okutmalı.
Okutmalı diyoruz ya adamlar okumuyorlar. Okumak, bilmek ve anlamak istemiyorlar. İşte toplumcu sanatın işlevleri bu noktada başlıyor: Sanatı tabana yaymak, sanatı toplumsallaştırmak. Bilinen bir özdeyiş vardır: “Yazmak zordur, yayımlatmak daha zordur, ama en zoru da okutmaktır.”