Önce bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Çok küçük yaşlardayım, birkaç arkadaş caddede oynuyoruz. Adamın birisi bisiklete binmiş omzuna astığı torbaya pilli bir radyo koymuş bağırtarak geliyor. Taşınabilir pilli radyoyu hiç görmediğimizden türkü sesinin nereden nasıl geldiğine meraklanıp adamın önüne doğru koştuk. Adam bizi görünce durdu, biz şaşkın- şaşkın bakarken o da bir sigara çıkarıp yaktı. Bu arada yoldan geçen yaşlı bir adam yanımızda durarak bir radyolu adama bir bize baktıktan sonra konuşmaya başladı. “Bakın çocuklar bu nedir ki? Bir zaman gelecek Mekke’de ezan okunacak siz Konya’dan göreceksiniz.” Bir kat daha şaşırdık ki daha şaşkınlığımızın geçmeden adam bir muştu daha verdi. “Şu kibrit kutusu kadar aletler çıkacak düğmesine bastınız mı dünyanın her yanından haber alacaksınız. Öyle tencereler yapılacak ki yemek piştiğinde ben piştim diye haber verip düdük çalacak.” Yaşlı adamın anlattıklarına radyolu adam da inanmadı bizlerde. Aradan çok fazla zaman geçmeden bütün bunların ve aklımızın almadığı pek çok şeyin gerçekleştiğini yaşayarak gördük.
Türkiye’de ilk radyo yayınları 1927 yılında başladı. Ankara ve İstanbul’da kurulan yayın verici istasyonlarının ulaşabildiği alanın çok geniş olmasına karşın Anadolu’daki alıcı radyo sayısı çok azdı. 1940 yılı sonrasına kadar sınırlı bir dinleyiciye ulaşabilen radyo, Anadolu’da 1950’li yıllarda kabul görmeye başladı. Radyonun Anadolu’ya geç ulaşmasının en önemli birkaç nedeni vardır. Radyonun günah sayılıp hocaların fetvaları ve mahalle baskısı korkusu radyoyu dışlamıştır. Radyo yeterince tanınmamış ve günün koşullarına göre çok pahalı olduğu için her aile alıp evine koyamamıştır. Anadolu’da merkezi yerlerin dışında pek çok yerde yaygın bir elektrik ağı yoktu. Her şehir kendi olanaklarıyla kısıtlı bir elektrik üretebiliyorsa da merkez dışındaki pek çok mahalle elektriksizdir. Daha sonraları yurt dışından getirilen bataryalı radyolarla radyonun elektrik sorunu çözülmüştür. Radyonun arkasına yassı pillerden en az 20 pil koyularak radyo çalıştırılıyordu. Transistor bulununca daha küçük boyutta ve az pilli radyolar yapılmaya başlandı.
Benim çocukluk yıllarımda kenar mahallelerde radyo dinlemek için toprak damlara kurulan rüzgâr gücüyle elektrik üretilirdi. İçindeki lambalar yardımıyla yayın alan kocaman boyutlu radyoları dinlemek için en az 30 metre uzunluğunda bir anten teli bir de topraklama bağlantısı mutlaka olacak.
27 Mayıs’ın Yassı ada duruşmalarını dinlemek için, yakın komşularla birlikte; bizim evin radyolu odasında toplanılarak duruşmalar, haberler, meclis saatinde mecliste konuşulanlar merakla dinlenilirdi. Yaşım çok küçük olsa da kocaman radyomuzun duvardaki rafa kuruluşunu, büyüklerimizin can kulağıyla haber dinlemelerini hayal meyal anımsıyorum. Sonraki yıllarda radyo öyle yaygınlaştı ki özellikle ev kadınlarının vazgeçilmez eğlencesi oldu. Ev kadınları akşama kadar sürekli müzik yayını yapan Kıbrıs, Polis, Meteoroloji, Türkiye’nin Sesi radyolarını dinlerlerdi. Arkası Yarın, Radyo Tiyatrosu, Mikrofonda Tiyatro, Orhan Boran ve Yuki, yarışma programları, Cuma sabahları yayımlanan Halk Öyküleri gibi programlar da gençler tarafından çok izlendiğini biliyorum. Her Perşembe akşamı radyoda okunan Kuran ve açıklaması, kandil gecelerinde radyodan Mevlit dinlenilmesi radyosu olan her ailenin unutulmayan geleneğiydi. Çok dinlenilen ve sevilen programlardan aklımda kalanlar: Ocak başı, Uğurlugiller, Unutulmayan Hatıralar, Köroğlu Hikâyeleri, Bir romanımız Var, Öyküleriyle Türküler, Yurttan Sesler, Halit Kıvanç’ın sunduğu yarışma programları…
1973- 75 arasında televizyon yaygınlaşmaya başlayınca plak, kasetçalar gibi radyoda gözden düştü. Her ne kadar TRT radyo yayınlarının süresini uzatarak müzik yayınlarına ağırlık verdiyse de televizyonla yarışamadı. Böylece radyo televizyona yenik düştü. Ancak 1990 sonrasında özel radyoların kurulmasıyla radyo yeniden anımsanıp, önemli bir dinleyici kitlesi kazandı. Sizleri bilmem ama ben eski alışkanlığımı sürdürerek radyo dinlemeyi seviyorum.