Ortadoğu’daki Osmanlı topraklarının kaybedilmesi, yeni sınırların çizilmesi ve paravan Arap devletlerinin kurulmasında en büyük rolü oynayanlardan birisi Getrude Bell isimli ilginç bir kadın, ikincisi Lawrence’dir. Üçüncü kişi de Henry Layard. Bunların üçü de İngiliz’dir, tarihçidir, casus- ajandır. Bu üç kişi Ortadoğu ve Anadolu’yu karış- karış gezmişler, kendileri açısından önemli yolları, önemli yerleri haritalarında göstermişler, raporlar hazırlamışlar, daha sonra da Anadolu ve Ortadoğu’da karşı etnik- siyasi ayaklanmalara ortam hazırlamışlardır.
Konya ve çevresi ile çok ilgilendiği, gördüğü her şeyi fotoğrafladığı, Konya ile ilgili birçok yazılar, mektuplar yazdığı için İngiliz casus- ajan Bell bu yazının asıl konusu olacak.
Bell, 1868 doğumlu bir İngiliz’dir. Tarih okur. Tarihçidir, arkeologdur, dağcıdır, fotoğrafçıdır, dilbilimcidir, Ortadoğu tarih uzmanıdır. Arapça, Farsça, Türkçe, Fransızca, Almanca, İtalyanca dillerini çok iyi bilir. 24 yaşındayken ilk keşif gezisini İran’a giderek gerçekleştirir. Sonrasında yerinde duramayıp bütün Ortadoğu ve Anadolu’yu dolaşır. 58 yaşında bunalıma girerek intihar eder. Bell’den geriye 9 kitap, 1600 mektup ve 7000 fotoğraf kalır. Ancak Bell’den geriye kalanların bazıları yayımlanmışsa da çoğu gizlidir, bunlara ulaşılmaz.
Bell Beyşehir Yunuslar, Fasıllar kalıntılarını gördükten sonra 1905 yılında Konya’ya gelir, iyi karşılanır, kendisine bütün kolaylıklar gösterilir. Önce şehir içinden başlayarak Konya çevresini gezerek resimler. Konya’nın ilk çağ tarih izlerini Karaman Karadağ ve Karapınar Karacadağ ve çevresinde de bulur. Kalelere çıkar, dağ zirvelerine ulaşır, antik şehirleri keşfeder. Kendisinden sonra Konya ve çevresine gelecek olan ünlü tarihçi Ramsay için önemli tarih kalıntıları bulup, bilgiler verir.
Bell’in Konya ile ilgili mektuplarından birini örnek gösteren yazı (Osman Eravşar- İpek Yolu Konya Kitabı VII, sayfa:115- 123 sayfaları arasında) yayımlanmıştır. Çeviri yanlışlarından dolayı bazı karışıklıkların olmasına karşın bu mektubu sizlere sunuyorum.
“9 Mayıs 1907 Kilistra. Bugün Konya’dayım. Fakat burada bir gün daha fazla kalmamı gerektiren önemli eserler buldum… Etrafı harabelerle çevrilmiş ve eski taşlarla yapılmış bir köy dışında hiçbir şey bulamadım. Bu köy önemli bir eski yerleşim olmalıdır. Muhtemelen tarihi yol izi bu köye yöneltmişti. Görünüşe bakılırsa, Kiepert’in haritalarında şüpheli bir biçimde işaretlendiğinden olsa gerek, daha önce hiç kimse buraya uğramamıştı. Bu yüzden kitabeleri kopyaladım ve eğlenceli bir at yolculuğu yaptım. Büyük yaylalar ve yazlık otlaklar çok dik kayalıklar boyunca bize eşlik etti. Fakat hava kötüydü. Burası volkanik bir bölgenin ortasında uzuyordu. Tepenin üzerinde ve yuvarlak vadinin kenarlarında çok tuhaf sütunlar ve yumuşak kaya kuleleri kırılıp birbirinden ayrılmıştı. Buralar şimdilik arı kovanı olarak kullanılıyordu. Konya’ya doğru çadırlarımızı ve ihtiyaç duyduğumuz eşyaları iki eşeğin sırtında gönderdim… uzun iki saatlik yolculuktan sonra köye geri döndük. Bize pis, iğrenç ahır gibi kokan iki oda gösterdiler. Açlık ve kızgınlıkla bilenmiş olarak ret ettim. Nihayetinde köyün dışında harika manzaralı, ön cephesi balkonlu iki boş odası olan bir evi kiraladık. Sonra biraz yemek yedim, dışarı çıktım ve kaya oyma evlere baktım. 2 ya da üç katlı kaya odalar, birbirinin üzerinde yükseliyor ve basamaklarla çıkılıyordu… Çevredeki eski kiliseler hakkında bazı söylentiler bana anlatıldı. Bu sebeple ertesi günü erkenden bu kiliseleri ölçmek üzere ev sahibim ve ölçüm metresini tutan Fattuh’la birlikte erkenden yola çıktık. İki kilise kayalık dağın en üst seviyesindeydi. Bu iki kilisenin çok ilginç olması sebebiyle bütün gün onları çalıştım… İkinci kiliseye gittiğimizde yağmur sele dönüştü. Bu kilise haç biçiminde erken tarihli bir eser olmalı.”