Sevgili okurlarım, geçen haftaki yazımda mezhepçiliğin, tarikatçılığın cemaatçılığın ve etnik milliyetçilik denilen ırkçılığın tehlikelerinden söz ederek, bunların hepsinin siyasi nedenlere dayandığını yazmıştım. Çoğu din bilgelerinin İslamda fitneticilik olarak kabul ettikleri bu olgular,İslam tarihi içinde şiddetten ve bölünmeden yana oldular. Günümüzde, bunlar; ırkçı PKK olarak, siyasal dinci FETÖ olarak, Şii- Sunni iç savaşları olarak, IŞİD olarak karşımıza çıkmaktadır. Batılılar; yüzyıllardır insanları, toplumları birbirlerine kırdırmanın kestirme yolunu bu şekilde bulmuş ve düşünemeyen- sorgulayamayan, cahil toplumlar üzerinde bu oyunları oynamışlardır ve oynamaktalar.
İslam tarihine bakarsanız çok karışık, çok acı, çok kanlı olaylarla karşılaşırsınız. Peygamberin cesedi henüz soğumamışken sahabeler halifeliğe kimin geleceğinin kavgasını yapmaktalardı ve Peygamberin cenazesine yalnızca 17 kişi katılmıştı. İkisi peygamberin kayınpederi, ikisi de damadı olan dört halifeden üçü cinayete kurban gitmiştir. Peygamberin ölümünden sonra, İslam dünyasında peygamber vekili olarak kurumlaştırılan halifelik, dördüncü halife Ali ile Muaviye arasında geçen mücadelelerden sonra tamamen siyallaşarak güç gösterisi ve kabile üstünlüğü çekişmesine dönüştürüldü. Böylece üç ayrı topluluk oluştu. Ali yanlılarına Şii ya da Şia denildi ve bu ayrılışla Şii mezhebi ortaya çıktı. Muaviye’den yana olanlara Sunni denildi ve dört büyük mezhep ortaya çıktı. Tarafsız görünenler ise Harici olarak anıldılar ve bir mezhep de onlar icat ettiler. Tarih içinde, bu mezhepler birbirleriyle korkunç bir mücadele içine girdiler. Bu mezheplerin onlarca ve yüzlerce kolları olan mezhepler birbirlerini kafirlikle suçladılar. Zaman içinde kan da döküldü, silahlı kıyımlar da yapıldı. Mezhep imamlarından zulüm görenler ve öldürülenler oldu.
Halifeliği kaldırdığı, laikliği getirdiği, tarikatları yasakladığı için Atatürk’e kızanlar, sövenler bu gerçekleri ya bilmezler ya da bilmemezlikten gelirler. Halifeliğin kaldırılması için bir çok neden olsa da böyle bir makam uydurma bir makamdır. Kuran’da halifelik diye bir makamın adı geçmez. Peygamberin her canlı gibi ömrünü tamamlayıp öldüğünü ve yerinin doldurulamayacağını mantıklı düşünen her Müslüman bilir. Yerine bir başkası gelse bile o bir peygamber vekili değildir, peygamber vekili olduğunu bile iddia edemez, ancak; dini lider ya da devlet yöneticisi olarak tanımlanabilir.
O günün Arap toplumu, kabileler halinde ve başı boş yaşadıkları için devlet denilebilecek bir yapı da yoktu. Peygamber Medine’ye göç ettikten sonra peygamber halk tarafından devlet yöneticisi olarak kabul edildiğinden Medine şehri küçükte olsa kendiliğinden bir devlete dönüşmüş oldu. Yani halifeliğin peygamber vekilliği ya da dinle falan hiç ilişkisi yoktur. Halifelik yalnızca devlet yöneticisi olmaktan başka bir şey değildir, dinle de imanla da hiçbir ilişkisi olmamıştır. Bu gerçekler bilinmezse ya da ters yüz edeilerek bilinirse İslam dünyasından hayır beklemek saf dilliten başka bir şey olmaz; ne kan durur ne savaş biter!
Bu gün İslam dünyası kan gölü haline gelmişse durup düşünmek gerek. Tarih içinde batı toplumlarında da iç savaşlar, mezhep savaşları yaşanmışsa da bu gün batıda böyle çatışmalar olmuyor. İç savaşlar, siyasal dincilik ve etnik milliyetçilik neden Türkiye gibi geri bırakılmış Ortadoğu ülkelerinde kan döküyor? Çünkü batılılar siyasal dinciliği, mezhepçiliği, etnik milliyetçiliği kullanıp Müslüman’ı Müslüman’a kırdırarak yeni sınırlar çizmek istiyorlar. “Böl- parçala- yut” kuralıyla yeni sömürge alanları ortaya çıkarmak batının gözü doymazları için çok önemlidir. Çünkü Ortadoğu’da petrol var, maden var, sömürülmeye, bölünüp parçalanmaya odaklanmış toplumlar var. Esef ederim ki Müslüman toplumlar batının bu tuzağına düşüp birbirlerinin kanlarını dökerek İslamı savunduklarını ve sevap kazanacaklarını sanmaktalar. Bu oyunları algılayamayanlar at izini it izine karıştırarak püsküllü belalarla birlik olup Müslüman kanına çanak tutmaktalar.