İnsanlar yaratılışlarından bu yana gördükleri, beğendikleri her şeyi ele geçirmek, sahiplenmek istemişlerdir. Ha özel mülkiyet, ha devlet mülkiyeti, ha vatan toprağı bunların hepsi aynıdır. Aralarında ufak tefek farklılıklar olsa da temelde hepsi aynı sahiplenme isteğinin sonuçlarıdır.
Yeryüzü üzerinde ne kadar kötülük varsa, ne kadar savaş olmuşsa ve bu savaşlar günümüze kadar süregelmişse bütün bunlar şöyle ya da böyle sahiplenme duygularının sonuçlarıdır.
Yeryüzü ölçemeyeceğimiz kadar büyüklükte topraklara sahip olduğu halde; ortada sınırlar ya da devletler falan yokken, herkes istediği yerde istediği şekilde rahatça yaşayabilecek bir durumdayken bile insanoğlu bu sahiplenme isteğini yenemedi. İnsanlar birbirleriyle bir şeyleri paylaşmak istemediler. Çünkü herkes her şey benim olsun isteğiyle hareket etti. O günden bu güne ne kadar zaman geçtiğini bilen yok. Aradan geçen onca zamandan sonra sahiplenme isteği hâlen devam ediyor.
Özel mülkiyet; önce para ve mülk birikimini arkasından da Ortaçağ derebeyliğini getirdi. Derebeyleri her türlü güce sahip olduklarından kendilerinden çok güçsüz insanları köleleştirdiler. Böylece özel mülkiyet ile ortaya ezen ve ezilenler sınıfı çıktı. Zaman içerisinde bu derebeylerine başkaldırmaya kalkan köleler ya da ezilenler sınıfı derebeyleri rahatsız etmeye başladılar. Çözüm olarak derebeyleri kendi çıkarları için birleşip ezilen sınıfa karşı örgütlendiler. Bu örgüt ezilen kesime karşı fazla işe yaramadı. Egemen sınıf haline gelmiş olan bu örgüt ezilenlere göstermelik bazı haklar vererek ezilenlerin ayaklanmalarını önlediler. Binlerce dönüm araziye sahiplenen derebeyleri ezilen sınıfa birer ikişer dönüm toprak ya da üçer beşer hayvan vererek onları aldattılar. Özel mülkiyet edindiğini sanan ezilenler, edindikleri bu mülkiyeti canlarından daha çok korumaya çalışmışlarsa da bunu beceremediler. Çünkü güçleri yoktu, bilgileri sınırlıydı. Öyleyse bu kesimdekiler özel mülkiyetlerini nasıl koruyacaklardı? Kendi güçleri yok. O zaman derebeylerine gidip Bizi ve mülkiyetimizi de koruyun ürünümüzün belli bir payını, kazandığımızın bir kısmını size verelim dediler ve bu konuda anlaştılar. Kendilerini koruma karşılığında derebeylerin örgütüne verilen bu paylar sonraki zamanlarda devletin vatandaştan aldığı vergilere dönüştü. İşte adına devlet dediğimiz kurum bu örgütlenmeyle ortaya çıkmıştır.
“Günümüzdeki devletler de böyle midir?” diye soracak olursanız bütün devletler böyle değildir. O günden bu güne devlet yapısında çok şeyler değişmiştir.
Kapitalist- liberal ekonomiyi benimseyen ve krallıkla yönetilen ülkelerin hepsi böyledir. Demokratik seçimlerle iktidara gelip devlet çarkını kuran ama ekonomik paylaşım dengesini kuramayan birçok devlet de böyledir. İleri demokrasiye geçip halk arasındaki ekonomik paylaşımı yüksek tutan devletler de vardır. Halka sınırlı özel mülkiyet hakkı vermiş teorik sosyalizmi belli ölçülerde değiştirip uygulayan devletler de vardır.
Günümüz devletlerinin kurumsal ve işlevsel yapısı benimsenen ekonomik ve siyasal düzene göre değişebilmektedir.
Bugün genel anlamda yeryüzündeki devletlerin yapılarında birçok şeyler değişmiştir. Ezilenler akıllarını başlarına toplayıp kendi aralarında güçlendikçe devlet yapısını da değiştirmek için çok uğraşlar vermişlerdir. Yeryüzünün birçok yerinde halen bu uğraşlar verilmekte.
Bugün demokratik, toplumsal hukuk devleti denildiğinde aklımıza gelen ilk şey çağdaş devlet örgütüdür. Çağdaş devlet örgütü seçimle işbaşına gelir, halkın temsilcisidir. Halkın yararına çalışır, halkın her türlü hakkını koruyarak düzeni, can ve mal güvenliğini sağlar. Aynı zamanda, çağdaş devlet temsilcisi olduğu halkına hizmet götürür.
Yazarla İletişim GSM 05053214840