Kurtuluş Savaşı gazilerinden, İstiklal Madalyası sahibi ve Mevlana'nın öz torunlarından Hazım Çelebi Yarkın 14 Mart 1994 günü 21 yıl önce 94 yaşındayken aramızdan ayrılmıştı. Bu yazı aracılığıyla ebedi dünyaya göçmüş bütün gazi ve şehitlerimizle birlikte Hazım Çelebi’nin ruhuna da Allah’tan rahmetler diliyorum. Her birine minnet dolu saygılar sunmayı borç bilirim.
1900 yılında Konya’da doğan Hazım Çelebi Konya’da ilk, orta ve askeri lise öğrenimini tamamladıktan sonra askeri bando okulunda eğitim görmüştür. Suriye Cephesi’ne gönderilen Mevlevi Alayı ile birlikte Şam'a gitmiş, orada da ziraat okumuştur. İki yıl Şam’da kaldıktan sonra Fransızların Suriye’yi işgaliyle yeniden Konya’ya dönmüştür. Konya’da Mevlevi Müfettişliği yaparken, Kurtuluş Savaşı hazırlıkları başladığından askere alınmıştır. Akşehir’de acemilik dönemini bitirerek Ezine 14.Piyade Alayı emrine verilmiş, oradan da bandoya geçirilmiştir. Üç yıllık askerliği sırasında batı cephesinde fiilen savaşarak, zafer sonrasında Konya’da memurluk yapmıştır.
Yaşamı boyunca üç padişah devri yaşayan, Yunan Ordusu Baş Komutanı Trikopis ile Yunan Genel Kurmay Başkanı Papadopus’un tutsak alınışına tanıklık eden ve cumhuriyetin kuruluşunu yaşayan merhum Hazım Çelebi ile 1993 yılında yaptığımız bir söyleşi içinde geçen bazı savaş anılarından kısaca söz etmek istiyorum.
“Afyon Kocatepe ve Tınaztepe’ye saldırıya geçtik. Düşmanı Uşak’a kadar kovalayıp tamamen yok ettik. Yunan askeri her ne kadar dayansa da bozguna uğradı. Yunan Ordu Komutanı ile Genel Kurmay Başkanı perişan bir halde bahçe içlerinde sürünürlerken delikanlılar tarafından yakalanıp bize teslim edildi. Uşak’ta bir ana caddede asker ve halkın toplandığı bir sırada Atatürk bu tutsak Yunan komutanlarına kılıçlarını geriye verdikten sonra “Bu bir savaştır, yenmek de var, yenilmek de. Kader böyleymiş” diyerek onları tanrı misafiri gibi ağırladı. Bunları gördüm… 26 Ağustos günü düşmana saldırarak savaşa başladık. Bu kolay değil. 400 bin nüfuslu bir düşman ordusunu imha ettik. Şuhut’un Mihmandar Dağları’nda çok kan döküldü, toplar karşılıklı dövüşürken piyade süngü savaşı veriyordu. Düşmanı kovalayarak Dumlupınar’a kadar geldik. Tepelik yerlere mevzilenen toplar korkunç bir savaş çıkardılar. Düşman burada dayanamadı. 30 Ağustos günü Türk askeri tam zafere ulaştı. Biz savaşı Uşak’ta bitirdikten sonra takviye olarak İzmir’e hareket ettiysek de İzmir’e girmeden beklemede kaldık. İzmir’de düşmandan alındığında; savaş, ateş kes emriyle sona erdi…”
Bu kısacık anlatımda bile bu vatan sınırlarının kanla çizildiğini görüyorsunuz. Ve bugün özgür olarak, kimliğimizi koruyarak yaşıyorsak; bunu yokluklar ve zorluklar içinde verilen bağımsızlık savaşına, bu savaşta canlarını feda edenlere borçluyuz.
Bu bağımsızlık savaşı hurafelerle, hayali ruhanilerle değil; Türklerin kanlarıyla kazanıldı. Bu gerçekleri sakın ola ki unutmayın, unutturmayın. Bugünlerimizi borçlu olduklarımızın hepsine minnetler dolu saygılar, Allah’tan rahmetler diliyorum.