KONYA’NIN FÎ TARİHİ- 35

Mehmet Gündoğdu

BEYŞEHİR, KURUCAOVA, YEŞİLDAĞ, DUMANLI…

 

 

 

 

Beyşehir; tarihiyle, doğasıyla, gölüyle, ormanlarıyla vatanımızın güzel köşelerinden bir yerdir. Beyşehir ve çevresinin; M.Ö. 7000’e uzanan tarihi, Hitit anıtları, Selçuklulardan kalma saray kalıntısı, Anamas gibi yüce dağları… ile tanıtılması, görülmesi mutlaka gereklidir. 

Beyşehir’e, dağcılık yapmak için her yıl birkaç kez gideriz. Aşağıda anlatacaklarım; 23-24 Eylül 1995 günlerinde yaptığımız bir gezide gördüklerimdir.

Belediye başkanının davetlisi olarak, bindik otobüse ver elini Beyşehir. Dokuz kişilik dağcılık ekibimiz göl kıyısındaki bir motele yerleştik. Yedik, içtik, konuştuk ve akşamın erken saatlerinde odalarımıza çekildik. Sabah erkenden uyanarak çantalarımızı hazırladık. Belediye başkanı, jandarma bölük komutanı, emekli bir komando albay, belediyeden bir grup personel Dedegöl’den Anamas (Dedegöl Dağı) Dağı’na tırmanmak için yola çıkıyoruz.

Orman yollarından kıvrılarak yükselerek gidiyoruz. O canım güzellikler, ormanlar, güzelim manzaralar… İçinden süzülerek Dedegöl orman gözetleme kulesine ulaştık. Yol da burada bitiyor zaten. Burada hava çok soğuk, her taraf sis içinde, görüş alanı yirmi metreyi geçmiyor. Doğayla yarış olmaz ilkesine uyarak tırmanıştan vazgeçip, kulede güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra geriye dönmek zorunda kalıyoruz.

Anamas’ın tarihteki adı: Adrir Dağları’dır. Sayın Bilge Umar’a göre; “Beyşehir Gölü’nün yanındaki dağ grubu. Göle en yakın dizi, Çiçek Dağları, Adrir Dağları Anamas Dağları’dır. Anamas yüce ana tanrıça dağı anlamındadır”.

Sayın Bilge Umar Anamas içinse şöyle yazmıştır: Luwi dilinde Yamaç Halkı demektir… Anamas 2110 metre yükseklikteki, Eğirdir ile Beyşehir arasındaki dağ. Haritada Güllüce olarak geçer. Bu dağın en yüksek zirvesi 2995 metredir.

Ağras Yaylası’nda Vezir aşireti Yörüklerinin düğünü varmış, yemeklerini yedik, düğüne katıldık. Develer ayrı bir yerde yayılıyorlar, sürüler ayrı bir yerlerde. Otun bol olduğu düzlüklerde otlayan sağmalların memeleri; süt dolu olduğundan öylesine sarkmış ki, neredeyse yerlerde sürünecekler. Güzel atları var, tay da yetiştirmekteler. Her biri ceylan gözlü olan, uzun ayaklı, çekiç başlı atlar çok ilgimizi çekti.

Oradan İsli Bucak’a geçiyoruz. İsli Bucak tam bir orman cennetidir. Hava tertemiz, suları buz gibi, ormandaki ağaçlar minare boyu yükseklikte. Orman işçileri sürekli orman içinde kalıyorlar. Gözün alabildiği her yer ağaçlık, yeşillik. Ellerimizde kameralar, fotoğraf makineleri görüntü yakalamaya çalışsak da bu güzelliklerin hangi birini görüntüleyebileceğimize karar vermekte zorlanıyoruz.

Dumanlı içinde üç ayrı köyde, üç ayrı düğünü izledikten sonra Kurucaova-Yeşildağ hattıyla Beyşehir’e dönüyoruz.

Beyşehir, gölünün ve doğasının verdiği güzellikle, görülmeye doyulmayan eski bir ilçemiz. Çevresinde yerleri bilinen veya bilinmeyen antik çağ kentleri vardır. Beyşehir Gölü kuzeydoğusunda Altada, Beyşehir ile Seydişehir arasında Almada, Beyşehir Gölü güneyinde Armataza, Beyşehir Gölü kuzeybatısında Aussa bunlardan bazılarıdır. İ.Ö. 189 yılında Romalı komutan Manlius Vulso ordusunun yolu üzerine düşen bir de Kaulares Deresi vardı.

 

BEYŞEHİR’İN TARİHİ

Yazılı kaynaklardan derlenmiş bazı kısa notlarla Beyşehir’i sizlere daha yakından tanıtayım.

“Beyşehir tarihi, M.Ö. 7000 yılına kadar uzanır. Beyşehir’in Cilalı Taş Devri’ni tüm ihtişamıyla yaşadığı bilinir. M.Ö. 2000 yıllarında Hititler’in Eflatun Pınarı ile Fasıllar köyüne yerleştikleri ve burada ölmez eserler meydana getirdikleri ortaya çıkmıştır. Bu çağlarda Hitit Uygarlığı Sümer, Mısır ve Asurlular’ın istilasına uğramıştır. Eflatun Pınarı ve Fasıllar, 1200 yıllarında Frigler’in ellerine geçmiştir. Bu yıllarda Beyşehir yöresinde Psinya adında bir ilkçağ devleti daha kurulmuştur. Beyşehir, M.Ö. 7. yüzyılda Lidyalılar’ın, 546’da Persler’in, 333’de Büyük İskender’in ve 120 yılında da Romalılar’ın eline geçer. M.S. 1071 yılına kadar Bizanslılar’ın elinde kalır. Bu tarihten sonra Selçuklu Türklerinin yönetimine geçen Beyşehir, Anadolu Selçukluları devrinde büyük önem kazanır. Alaeddin Keykubat, şehri 2. başkent olarak kullanılır. Anılan tarihlerde Beyşehir’e Kudabat Şehri adı verilir. 1243 yılında Moğollar istila etmeden önce Eşrefoğlu Süleyman Bey zamanında Eşrefoğlu Beyliği’nin 65 kasabası, 70.000 süvarisi ile çok sayıda köyü olduğu tespit edilmiştir. İlhanlı kumandanlarından Çobanoğlu Demirtaş, Eşrefoğlu Beyliği’ne son vermiştir. Daha sonra Hamitoğulları’nın eline geçen Beyşehir, Osmanlılar tarafından Hamitoğulları’ndan satın alınmış ve 1374’den 1467’ye kadar Osmanlılar’la Karamanoğulları arasında 20 kez el değiştirmiştir. Nihayet 1467 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından kesin olarak Osmanlı sınırları içine alınmıştır.''

Beyşehir içinde gezilebilecek tarihi yerlerin bazılarını da kısaca tanıtmak istiyorum. Beyşehir’deki bazı tarihi kalıntıların 1995 yılındaki durumlarını yazıyorum.

 

TARİHİ KÖPRÜ:

Beyşehir Gölü’nün savakları üstündedir. Bilinen Anadolu köprülerinden ayrı bir özelliğe ve mimariye sahiptir. Yanına yeni bir köprü yapıldığından trafiğe kapalıdır.

 

KALE KAPISI:

Roma taşlarıyla ve Roma mimari stiliyle yapılmış Beyşehir Kalesi’nin sağlam kalmış kapısıdır.

 

EŞREFOĞLU CAMİİ:

Ahşap süsleme ve işçiliğinin en güzel şekilde sergilendiği, Anadolu Camilerinin en ilgi çekenlerinden bir tanesidir. Son yıllarda restore edilmişse de yeterli bulunmayıp restorasyonuna devam edilmiştir. Cami 1137’de Sultan Sencer Tarafından yaptırılmış, Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından bazı ek ve yenilemelerle bugüne kadar gelmiştir. Kuzeyinde sebili ve buzluğu vardır.

 

EŞREFOĞLU TÜRBESİ:

Caminin yanındadır. Türbe içinde Eşrefoğlu Süleyman Bey, karısı ve oğlunun mezarları vardır. Bu türbe de çok görkemlidir.

 

SÜT DEDE TÜRBESİ:

Eşrefoğlu Türbesi ile yan yanadır. Sağlam olarak yalnızca kapısı kalmıştır. Tavan çökmüş, duvarlar büyük ölçüde yıkılıp ören olmuştur.

 

TAŞ MEDRESE:

Bu yapının da yalnızca kapısı sağlamdır. Duvarları büyük ölçüde yıkılmakla birlikte, oda yerleri bellidir. Mimari bir özelliği yoktur. Caminin batısındadır. Son yıllarda restore edilmiştir.

 

ÇİFTE HAMAMLAR:

Beylik dönemi yapılarıdır. Bu hamamlar dip dibe olup harap bir durumdadır. Kale kapısı ile cami arasındadır. Esaslı ve aslına uygun bir restore ile belki tamamen yıkılmaktan kurtarıldı. Biz gördüğümüzde harabe şeklindeydi ve kapıları kilitli dolduğu için içeriye girememiştik. Son yıllarda restore edilmiştir.

 

BEDESTEN:

Meydanlık bir yerdedir. Son yıllarda yıkılmaktan kurtarılıp, küçücük dükkânlar haline getirilmiştir. İlk yapıldığında Osmanlıların kapalı çarşısı olarak yapılmıştır.

Ayrıca gölün kıyılarına gezinti yerleri, yeşil alanlar ve çay bahçesi son yılların iyi çalışmalarındandır. Eflatun Pınar’ı, Fasıllar Anıtı’nı, Kız Kulesi ve Kubatı-Abad Saray kalıntısını az çok hepiniz biliyorsunuz. Belki bir başka yerde yazabilirim buraları.

1998-2000 yıllarında iki kez Dedegöl Dağı’na tırmanmayı başardım. Burada zirve 3000 metreyi bulur. Zirveden hem Eğridir hem de Beyşehir Gölü gözükür. Bu dağlar sıra- sıra uzanır gider ve hepsine birden Anamas Dağları denilir. En küçük zirvesi 2100 metredir.

İsli Bucak, üstünde zaman- zaman turistlerin gezdiği büyük bir mağara var. Kurucaova’nın üstünde Buzluk Mağarası denilen içinde yaz ve kış buzun eksik olmadığı bir mağara doğa harikası bir yer. Çatal oluk çevrenin meşhur yerlerindendir. Yeşil Dağ çıkışında, Leylekler Vadisi denilen bir mezarlıkta yüzlerce leylek bulunur.

Orman Müdürlüğü tesislerinin üstünde yayla evleri var. Manavgat’tan gelen Yörükler bir yaz boyu buralarda kalıyorlar ve sürülerini yayıyorlar. Buralar hem sulak, hem ormanlık, hem de kayalık ulu dağlarla çevrili. Bu dağların Bir yanı Manavgat’a, bir yanı Isparta topraklarına sınır oluşturur.

Bu bölgeden; 2775 metreye, Dedegöl’ün bir başka zirvesine tırmandık. 2004 yılında yaptığımız bu gezi ve tırmanışa S.Ü. öğretim elemanları ve eşleri de katılmışlardı. SÜ personelinin yaylarda keçi peyniri aramaları yüzünden bu gezimiz gece yarısına kadar uzayan maceralı bir gezi olmuştu.