KONYA’NIN Fİ TARİHİ

Mehmet Gündoğdu

Sevgili okuyucular, bu günden başlayarak Salı, Perşembe- Cuma günleri bu sayfada Konya yazıları okuyacaksınız. Bu yazılarda tarih, uygarlıkların izleri, mekânlar, iz bırakmış kişiler daha pek çok konu bu yazılarda yer alacaktır. Bu yazılar ne zaman bitecek ben de bilmiyorum. Ancak bu yazıları belgeliklerinizde saklamanızı öneririm. Bu yazıların yarın için çok önem taşıyacağını ve yeni çalışmalara kaynaklık edeceğini unutmayınız..

Yerli halkın Halkadağ dediği Konya; kadim kültürlerin başkenti, uygarlıkların ezeli kaynağı, şimdilik bilinen tarihiyle on bin yıllık “emin belde.” Ve de diyarı Rum. Dahası da var, Konya; Museviliğin, İseviliğin, İslamlığın birbirini tamamladığı evrensel bir dünya. İsevilik bu topraklarda mayalandı. İlk İncil bu topraklarda yazıldı. İslam bilgeleri uzak yerlerden göçerek bu topraklarda buluştular. Batı toplumları okuma yazmayı bile bilmezlerken bu topraklarda “Ön Türkçe-  Kadim Türkçe” yazılıp konuşuldu. Bir zamanlar büyük bilgelerin uzak diyarlardan gelerek toplandıkları “hayali cihan değer” yurtluklardan biri de Halkadağ’ın Konya düzlüğü oldu.

Halkadağ ham gözle bakmaya gelmez. Bu beldeye gönül gözüyle bakarsanız çok şeyler görürsünüz ve Halkadağ’ı sevebilmek için tek çıkar yol da budur. Sevdik mi, sevmiş mi bulunduk? Çok düşündüm bunu.

Gazeteci yazar olarak, halkbilimci olarak, araştırmacı olarak, lisanslı dağcı olarak uzun yıllardır gezip dolaşıyorum Konya’yı. Gezip dolaştığım yerlerde incelemeler yaptım. Bunca yıllık emeğime karşın; Konya’da henüz gidip göremediğim yerler pek çok. Konya hakkında hiç yazılmamış konular da çok. Bu çalışmalarımla gelecek kuşaklara ve günümüz araştırmacılarına yardımcı olarak, yeşil ışık yakmaktan başka bir ereğim yoktur. Karınca kararınca yarınlara bir şeyler bırakabilirsek ne mutlu bize.

DEVRAN DÖNER İNSAN ÖLÜR

Yarın ne olacak, onu bilemeyiz. Ama korkarım ki, hızlı kentsel dönüşüm avunmaları; bu “yerli kültürün” üstüne bir kara çarşaf çekecek. Bir zamanlar içinde yaşadığımız “fakirhaneler”, ağlayıp güldüğümüz yerler birer- birer yok oldukça yaşam kanıtlarımız da yok oluyor. “Hayatlı, bahçalı, gönül konakları olan evler” yıkılıp yerine çok katlı sefertası binalar yapıldıkça; ilk önce komşuluk ölüyor. “Yerli kültür”ün unutulup, kimsenin kimseden haberi olmadığı günler yaşamaktayız. Bu değişimler çok gerekli miydi ya da nasıl olmalıydı? Bu konu tartışılabilir. Ancak tartışılmayacak kadar açık olan bir gerçek var. Gelecek kuşaklar (eğer merak eden olursa) Halkadağ’ın kaybolup gitmekte olan “yerli kültüründen” ancak nostaljik anı kitaplarını, (belki) eski gazete ve dergileri karıştırarak “haberdar olacaklar!” Yalnızca haberdar olacaklar! Ve geriye hiç yaşanmamış, asla yaşanmayacak “anıları” kalacak!

Bu kültür zenginliğinden dolayı “devranı felek içre” birçok “gönül adamı” yetişmiştir. Ünlü, ünsüz bu “gönül garipleri” şu ya da bu şekilde Konya Kültürü’ne büyük hizmetler, eşsiz katkılar yaptılar. “Geleneksel yerli kültürü” bugünlere taşıdılar. Birçoğu, Yunus Emre coşkusuyla “Bu dünyadan gider olduk- Kalanlara selam olsun- Adımızı hayır ile- Ananlara selam olsun” düşüncesi içinde sonsuzluğa göçüp giderek birer “toprak garibi” oldular.

Bugün“devranı felek içre iz bırakanlar”  bile unutulup gidiyorsa bundan sonra geleceklerin ne isimleri kalacak, ne cisimleri! İsmi cismi olmayanın İzi de olmaz, gölgesi de! Korkarım ki gelecek kuşakların izi de, gölgesi de olmayacak.

Bizden öncekiler ve bizim kuşakta olanlar bu “yerli kültürü” ekmek bilip, su bilip bazen ağlayarak bazen gülerek yaşadılar. Bu dünyada yaşayıp toprak garibi oldular, kalanlar da şöyle- böyle yaşamaya çalışıyorlar. Yarınların ne olacağı belli değil. Bu yaştan sonra, “Bize göre hava hoş! İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Konya şehri!” demekten ve yazabildiğimiz kadar yazmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor.

Burada önemli bir anımsatma yapmadan geçmek olmaz: Bu konuları deşeleyip eşeleyen bizler bulunmaz Hint kumaşı değiliz elbet. Ancak sayımız az, dünya geçici, insanlar ölümlü… Henüz “kabağımızda su varken” herkes nasibini alsın. Bizlerden yararlansın. Yarınlara bu “yerli kültür” kalmasa da izleri kalsın. Bu “yerli kültür” unutulursa Halkadağ düzlüğünün köksüz kültürlü herhangi batı ülkesinden ayrımı kalmaz. Herkes bunu böylece bilmelidir.   başka bir yol yok.  (Devam edecek)