CANAVAR GEZDİRME

Mehmet Gündoğdu

 

Konya’nın Dağ köylerinde sürü sahiplerinin ezelden beri uyguladıkları bir ödül geleneği vardır; adına “canavar gezdirme” denilir. Yoğun karlı geçen kış günlerinde kurtlar, tilkiler, domuzlar dağlarda rızık peşindedirler. Her ne kadar “miskin kedinin kısmeti ayağına gelse de doğa koşulları ve açlık karşısında her hayvan rızık kovalamak zorunda kalır. Hele, yerli halkın “12 gün içi” dediği kışın en yoğun günlerinde bütün etçil yaban hayvanları, açlıktan dişlerini göstererek “at eti, it eti, ille de adam eti” düşlerini kurarlar. Kışın aç kalan etçil hayvanların özellikle canavarların birinci adresi kış ağıllarının çevreleri olur. Bu günlerde kış ağıllarının çobanları, elleri tüfek tetiğinde sabaha kadar uyumazlar. Her biri bir Midilli atından iri olan çoban köpekleri, kulaklarını dikip sürü çevresinde dolaştıkça kurtlar bir yerlere saklanıp fırsat beklerler. Kurtların, tilkileri, sansarların bazen köy içlerine kadar girdikleri de olur.

Bir kurt öldürüldüğünde karnı yarılıp içi boşaltılır. Leşin karnına ot ya da saman basılıp çuvaldızla dikilir. Eski oylumuna kavuşan kurdun leşine boydan boya iki sırık geçirilir, sırıklara koyun çanları takıldıktan sonra birisi öne birisi arkaya geçen iki kişi tarafından taşınır. Böylece köyün bütün evleri dolaşılarak her evden ve özellikle sürü sahiplerinden ödül toplarlar. Sürü sahiplerinin ödülleri daha değerli şeylerden olur. Ödül olarak verilenler; bulgur, yağ, salça, yumurta, çömlek kıyması, peynir, yoğurt gibi yiyecekler olabildiği gibi para ya da daha değerli şeyler de olabilir. Bu dolaşmalara da “canavar gezdirme” denilir. Bu iş bittikten sonra canavar gezdirenler topladıklarını ya kendi aralarında paylaşırlar ya da toplananlarla kendilerine yemek ziyafeti çekerler.

 

ESKİ ZAMAN ÇAKMAKLARI

En eski çakmaklar kavlı çakmak denilen ilkel ateş yakıcılardır. Kavlı çakmak; İki çelik ya da çakmak taşı denilip; dövenlerin altına çakılan sert taşın birbirlerine vurulmasıyla çıkan kıvılcımların kav denilen çabuk yanıcı maddeleri tutuşturması temeline dayanır. Bu çakmaklar özel bir kese içinde taşınırdı. Bu keselerin çok süslü ve albenili olanlarını antikacılarda ve etnografya müzelerinde görülmektedir. Benim çocukluk yıllarımda bile kavlı çakmak kullanan yaşlılar vardı. Gâvur icadı diye benzinli çakmak kullanmazlar, günaha gireceklerini düşünürlerdi. Sonradan çıkan benzinli çakmaklar çok tutulduysa da evlerde genellikle kibrit kullanılırdı. Kibritin Osmanlı’daki macerasını yazının sonuna bırakarak benzinli çakmak konusunu biraz açmak istiyorum.

Benzinli çakmakların yanabilmesi için Avusturya yapımı çelik karışımlı çakmak taşlarına gerek vardı. Türkiye’ye çakmak ve çakmak taşı; başta Avusturya, Almanya olmak üzere dışarıdan kaçak olarak getirilir yurt içinde kaçak olarak satılırdı. Yunanistan ve adaları Türkiye kaçakçıları için büyük bir alım merkeziydi. Çakmak kıymetli bir alet olduğundan halkın çoğunluğu kibrit kullanıyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında kibrit üretim ve satışı devlet tekeline geçince, kibrit satışını artırmak için çakmak taşı yasaklandı. Üzerinde çakmak taşı bulunana ağırca cezalar verilebiliyordu. 1949 yılına kadar süren bu yasaktan sonra çakmakların Avusturya ve Almanya başta olmak üzere dışarıdan alınması serbest bırakılınca çakmak kullanımı yaygınlaştı.

 

ÇAKMAK ÖYKÜLERİ

Adamın birisi köyünden çıkarken bir sigara sardıktan sonra kavlı çakmağı birbirine vurarak şehir kenarına gelmişken sigarasını yakabilmiş. Adam çok sevinerek “Barut musun hey mübarek çabucak yanıverdin” diye çakmağıyla övünmüş.

***

Eli sıkılığı ile ünlü bir gazete patronu yazarına dert yanmaya başlamış. “Bu ne biçim hükümet yahu? Her gün bir şeye zam geliyor, artık canımıza tak etti. Memleketi yaşanmaz hale getirdiler. Pes doğrusu, petrole dün yine zam geldi, haberin var mı?” Yazar, patronuna sormuş.”Hayrola beyefendi taksi mi aldın?” Patron yine kızmış. “Hayır, taksi falan almadım. Bizde herkes gibi çakmak kullanıyoruz.”

***

Elif Naci çakmak üzerine bir anısını anlatır. Doğan Nadi ile Elif Naci bir lokantada birlikte yemek yedikten sonra olmuş bu olay. Elif Naci bu anısını şöyle anlatıyor: “Masa başındayız, sigarasını yakmak için çakmağımı çıkardım. Benzin kalmamış olacak ki yanmadı. Elimden aldı ve garsona seslendi. Al bunu sen kullan diye çakmağımı garsona bağışladı. Cebinden kendi çakmağını çıkarıp, çakmak dediğin böyle olur deyip önüme koydu. Bu, üstünde Doğan Nadi yazılı Ronson marka bir çakmaktı. Çaktım, o da yanmadı. Bu defa garsona seslendim tem al bunu sen kullan diyecekken, Doğan Nadi garsona buna benzin koy getir dedi. Benzin konulup getirildikten sonra taşı ıslanmış olduğu için yine yanmadı. Adam bir varil benzin koymuş tabii yanmaz dedi ve çakmağı bana hediye etti. Üstünde adının yazılı olduğunu hatırlattım. Daha iyi ya kimin hediye ettiğini unutmazsın dedi. Ben de, o kadar aksilik yapıyor ki bu çakmağın Doğan Nadi’ye ait olduğu hemen anlaşılıyor dedim. O, aksi adam değildi ama şakayı severdi.”

KİBRİTİN OSMANLI’YA GELİŞİ

Fosforlu ilk kibrit Fransız Charles Sauria tarafından 1831 yılında yapılmıştır. Ancak, kibritin Osmanlı topraklarına giriş macerası ilginç olduğundan sizlere bu konuda bilgi vermeyi düşündüm. Anlatmak istediğim bu konu; Emre Gül’ün Dünya Bülten Tarih Dosyası isimli yazısından kısaltılarak alınmıştır.

 

“Türkiye’ye ilk kibrit Tanzimat yıllarında gelmiştir. Fakat sert bir cisme sürtülerek yakılan bu kibritler yangınlar ve kazalara sebebiyet verdiği ve para tuzağı sayıldığı için yaygınlaşamamıştır. 

OSMANLI’DA KURULAN KİBRİT FABRİKASI FAALİYETE GEÇİRİLEMEDİ

Halk arasında kavlı çakmak kullanımının yaygın olduğu bu dönemde, Osmanlı ülkesinde kibrit fabrikasının kurulmasına yönelik teşebbüslerden birincisi Sultan II. Abdülhamit döneminde yapılmıştır. Buna göre 1893 yılında “Societe Ottoman d’Alumette Usine de Kutchuk-Tchekmedje”isimli yabancı bir şirket, Osmanlı hükümetine başvuruda bulunarak kurulacak Kibrit fabrikası için arazi satın almak isteğini iletmiştir. Resmi makamlarca yapılan değerlendirmeler sonucunda Florya-Küçükçekmece mevkileri arasında bir Fransız’a ait yer üzerinde fabrika kurulmasına müsaade edilmiştir. Neticede ise inşa edilen bu fabrika faaliyete geçirilemeden teşebbüs akim kalmıştır.

ÜRETİMİ YAPILAMAYAN KİBRİT UZUNCA BİR SÜRE İTHAL EDİLDİ

Bu yararlı ve pratik buluşun değerini takdir eden Avrupalı sermaye sahipleri ilk teşebbüsten birkaç yıl sonra harekete geçmişler ve kibrit üretimi bahanesiyle her çeşit kibrit ile kavın ithali ve satışını tekelleri altına almak için adeta birbirleriyle yarışmışlardır. 1901 yılında Avusturyalı bir müteşebbisin yaptığı, Osmanlı ülkesinde bu alandaki imtiyazın yıllık 200.000 altın karşılığı kendisine verilmesi teklifinin ardından Belçikalı bankerlerden biri, Osmanlı Anonim Şirketi adına imtiyaz talep etmiştir. Bu teklifte ise hükümete, yılda 250.000 Osmanlı altını ve bir defaya mahsus olmak üzere inşa halindeki Hicaz Demiryolu’na 50.000 altın verileceği söylenmiştir. Ayrıca devlete iki milyon Osmanlı lirası borç vermeyi taahhüt eden bu teklif, Sultan II. Abdülhamit ve ayrıca Sadrazam Halil Rifat Paşa başkanlığındaki Meclis-i Mahsus tarafından görüşülmüş ve Ticaret ve Nafia Nezareti’nin tetkikine havale edilmiştir. Neticede konu üzerindeki Heyet-i Vükela’nın mütalaası 2 Haziran 1901 de padişah tarafından onaylanmışsa da sonuca varılamamıştır. Ülkemizde üretimi yapılamayan kibrit uzunca bir dönem ithal edilmiş, hatta Birinci Dünya Savaşı sırasında görülen darlık sebebiyle Men’i İhtikâr Komisyonu’nun denetimi altına verilmiştir.

1930’DA BÜYÜKDERE’DE KURULAN TESİSTE KİBRİT ÜRETİMİNE BAŞLANDI

Cumhuriyet’in ilanından sonra da ülkemizde kibrit üretimi konusu ele alınmıştır. Yerli sermayenin var olmadığı bu yıllarda eski girişimlere benzer bir durum ortaya çıkmıştır. 1924 yılında devlet tekeline alınan kibrit ithalatı, imalatı ve satışı için fabrikası Türkiye’de kurulmak şartıyla Belçikalı aracı bir şirketle anlaşma imzalanmıştır. Sinop’ta Zingal ormanları yakınında inşasına başlanan Kibrit fabrikası binası, yaşanan toprak kaymaları sebebiyle tamamlanamayınca aracı şirketle yapılan anlaşma feshedilmiştir. Daha sonra bu iş, 8 milyon dolar avans karşılığı bir Amerikan şirketine verilmiştir. Bu şirket aracılığı ile 1930’da Büyükdere’de kurulan tesisle üretime başlamıştır. 1932 yılında ise Avrupa’da kibrit sanayinin kuruluşundan 100 yıl sonra ilk Türk kibriti piyasaya sürülmüştür. 1943 yılına gelindiğinde Amerikalı şirketin imtiyazı kaldırılarak, devletleştirilmiştir.

1949 yılına kadar üretimi bu şekilde sürdürülen kibritten istenilen gelir elde edilemediği ve çakmak ile çakmaktaşı kaçakçılığı önlenemediği için nihayet faaliyet durdurulmuştur.  Kibrit imali tekrar serbest bırakılınca da özel sektöre ait ilk kibrit fabrikası İstanbul-İstinye’de kurulmuş ve 1956 yılında faaliyete geçmiştir. 

Kaynaklar: Yıllar boyu Tarih Dergisi, Sayı-4, 1981. Resmi Gazete, Nr: 5417