CADI KAZANINDA KAYNATILANLAR

Mehmet Gündoğdu

Toplum olarak gazete okuyamaz, televizyon haberleri izleyemez olduk. İzlenen her haber can yakıyor, ilikleri donduruyor, iğrençlik saçıyor, pislik kokuyor… Yeryüzünün tümü pislik içinde yüzüyor, adına insanlık, uygarlık, çağdaşlık denilen şeyler cadı kazanları içinde kaynatılıp yeni pislikler yeryüzünün her yanına savruluyor. Yazı yazmak zorunda kalmasam; her şeyden elimi çekip bir dağ başında her şeyden habersiz, her şeye küskün bir başıma yaşamayı düşünürdüm. Bazen düşünüyorum da.

Geçen yıl Nepali’deki büyük deprem sonrasında Hindistan’a sığınan çocukların çoğu köle gibi satılmış. En çok çocuk köle satın alan ülke de İngiltere. Bir İngiliz gazetesi bu çocuk ticaretini belgeleyip yayımlamış. Gölcük ve öteki büyük depremlerde bu türden olaylar Türkiye’de de yaşanmıştı. Her büyük deprem sonrasında genç kızlar ve çocuklar ortadan kayboluyor.  Ve halen yeryüzünün pek çok yerinde insan ticareti yapılmaktadır. Savaşlarda ölen, yaralanan, sakat kalan, yaşamı kararanların başında çocuklar var. Bazen teröre, bazen iç savaşlara, bazen töre cinayetlerine tanık oluyorlar, kurban ediliyorlar. Bazen çocuk gelin oluyorlar, bazen tecavüze uğruyorlar, bazen de bu pisliklere dayanamayıp intihar ediyorlar.

Türkiye’de de -nedeni ne olursa olsun- bir şekilde çocuklar satılmakta ve çoğu yurt dışına çıkarılmaktadır. Hastanelerden çalınan bebekler oluyor. Daha doğmadan cenin- bebeklerin ana baba tarafından satıldığını görüp duyuyoruz. Cami avlularına, köşe başlarına, hastane bahçelerine, çöplüklere atılan canlı ya da ölü bebeklerin sayısı gün geçtikçe çoğalıyor. Çocuk yuvaları sahipsiz çocuklarla dolu…

Yeryüzünde bebek olmak, çocuk olmak yetişkin olarak yaşamaktan çok daha zor değil mi? Birden bire ortalıktan kaybolan çocuklar ya tecavüze uğrayarak, ya başka nedenlerle ölü olarak bulunuyorlar. “İnsan her zaman insan değildir” diyen bilge çok haklı. İnsan bazen insanlığından soyunabiliyor, vahşileşebiliyor, hayvanlaşabiliyor…

Türkiye’deki sığınmacı kamplarında çocuklara, genç kızlara ve genç kadınlara karşı yapılan rezilliklerin diz boyu olduğunu duyuyoruz. Bu iğrençlikler basına çok yansımıyor. Çünkü sığınmacı kampları basına kapalı, ancak belli zamanlarda göstermelik hazırlıklar yapılarak basına açılabiliyor. Kamplardan gelen sığınmacılardan duyduklarımıza göre; tecavüzler, çocuk, kız, kadın kaçırmalar, para karşılığı zorla fuhşa sürüklenmeler oluyormuş. Esefle yazmak zorundayım; bu olaylar gerçek ve son derece korkunç. Kampların güvenliği, düzen sağlayanı, bekçisi, koruyucusu var mı yok mu belli değil.

Bu rezilliklerin korkusuyla kamplarda kalmak istemeyerek Anadolu’nun her köşesine dağılıp yaşamaya çalışan sığınmacıların çileleri bitmiş değil. Sığınmacılar kamplarda olmasalar bile kamplardaki ortamlar dışarıda da geçerli; sığınmacılar fuhşa zorlanıyor, alınıp satılıyor, geçici cinsel zevklerin tatmini için dini nikâh kılıfıyla meşrulaştırılmış geçici ya da kalıcı evlilikler yapılıyor. Çocuk yaştaki sığınmacı kız çocukları yaşlı başlı erkeklere peşkeş çekiliyor. Bu ne vicdansızlık, bu ne iğrençlik? Zafer Meydanı gibi kalabalık yerlerde beş on dakika oyalanın çocuk yaşlardaki sığınmacıların kucaklarında bebekle gezdiklerini görürüsünüz. Yaşı küçük sığınmacının kucağında bebek, yanında Türk erkeği olduğunu görmeyeniniz var mı? Bazıları “iyi işte genlerimiz yenilenir, akraba evliliklerinden doğan sorunlar düzelir” diyenler varsa da bu işler son derece iğrençtir, insanlık dışıdır.

Karaman’daki çocuklara tecavüz olayını “her yerde oluyor, vakfın suçu ne, vakfın nereden haberi olsun?” diyerek örtbas etmek isteyenlerle karşılaşıyorum. Hiç kimse; bu vakıflardan, vakıf yurtlarından, cemaat evlerinden hatta medrese adıyla açılan yerlerden devletin haberi olup olmadığını sorgulamıyor. Oysa ilköğretim çağı öğrencilerine, değil vakıflar falan devlet bile öğrenci yurdu açamaz. Yasal olarak böyledir. Böyle yerlere devlet kırk yıldır göz yumuyorsa böyle yerlerin denetimini de yapmalıdır. Havada uçan kuşun kanadındaki tüyün renginden bile haberi olan devlet, yasal olmayan böyle yerlere göz yumarsa ya da “haberimiz yok” deyip geçiştirirse işte sonuç böyle olur.