BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Mehmet Gündoğdu

Oblomov, eskimez Rus edebiyatının unutulmaz bir romanıdır. Gonçarov’un (1812- 1891) çok kısa bir sürede yazıp bitirdiği bu romana bir tanıtma etiketi koymak gerekirse; “tembelliği sanat haline getiren bir köy ağasının gülünç ve hayaller içinde geçen yaşantısı” diyebiliriz. Rusya’nın 1840’lı yıllardaki panoramasını bütün yalınlığıyla ortaya koyan bu roman; kısa süre içinde hem Rusya’da hem batı ülkelerinde çok okundu, çok övgüler aldı. Türkiye’de ilk kez 1945 yılında üç cilt olarak Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi’nde yayımlanmış, 1979 yılında roman kısaltılarak Rusya’da filmi de çekilmiştir. Merak edenler, bilgi sunar sitelerinden Türkçe altyazılı olarak izleyebilirler.

2016 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 16. Baskısı yapılan bu romanın önsözünden aldığım değerlendirmeler okuyucuları aydınlatmış olacaktır.

“… Oblomov, yıkılmakta olan bir toplum düzeninin, Rus derebeyi sınıfının çocuğudur. Çiftliği vardır, köleleri vardır; ama kendisi, bütün köklerinden kopmuş derebeyleri gibi, onları bir kâhyaya bırakıp büyük şehre, devlet kapısına sığınmıştır… İşte bu iki dünya arasında açıkta kalan bir insan,  Rusya’da o tarihte yaşayan sayısız insanın temsilcisidir. Oblomovka’da köylülerin hazırlayacağı ekmeği yemek için büyütülmüş Oblomov, ekmeğini kendi kazanan insanlar arasında ne yapacağını şaşırır; böyle bir hayat için ta küçükten hazırlanmamış olan iradesi yavaş- yavaş söner, hayatla arası her gün biraz daha açılarak, sonunda toplum dışı bir insan, kendini taşıyamayan bir yük olur… Çok eskiden atalarının kazandığı mülke ve isme hiçbir şey eklemeden rahatça yaşamak imkânını bulan derebeyleri için mutluluk çalışmakta değil, işsizlikte; değer, çalışanda değil, çalışmayanda idi. Toplumun yeni gelişmesinde hiçbir rolü kalmayan derebeyleri, çocuklarını, yeni hayata, Rusya’ya yeni giren endüstrinin yarattığı çalışma yollarına sokamıyorlardı… Oblomov işte bu değişen hayat koşullarının ve karasız aile eğitiminin kurbanıdır;  annesinin rüyalarına büyük bir devlet adamı olarak giren Oblomov, küçük bir memur bile olamamıştır. Oblomovka’nın ve eski Rusya’nın yıkıntıları üzerinde kurulmaya başlayan yeni hayatın mümessili Ştolts’dur. Oblomov’un ruh zenginliği yanında pek kuru, basit bir kukla gibi kalan Ştolts, derebeyi, hatta Rus bile değildir. Yeni hayata çocukluğundan beri hazırlanmış olduğu için, doğmaya başlayan bir hayat görüşünün, Rusya’yı Avrupalılaştırma yoluna götürecek insanların temsilcisi olduğu içindir ki, Oblomov’un kendi ülkesinde kazanamadığı mevkii, mutluluğu, refahı kolayca elde ediyor. Oblomov ölüme benzeyen uyuşukluğa gömüldükçe, Ştolts’un yıldızı her gün biraz daha fazla parlıyor…”

Oblomov’un Türkiye’deki karşılığı; Sait Faik’in Lüzumsuz Adam’ıdır. Anadolu’daki köyünün topraklarını bırakıp büyük şehre gelen bir köy ağasını da Oblomov olarak düşünebilirsiniz. Her toplumun Oblomov gibi “lüzumsuz adam”ları vardır ama toplum içinde herhangi bir canlı kadar değerleri yoktur. Çünkü onlar; olumlu- olumsuz bir değer üretmedikleri gibi, düşünmekten hayal kurmaktan bile yorulurlar. Düşünmeye, hayal kurmaya bile üşenenler toplum içinde “lüzumsuz adam” olmaktan öteye gidemeyeceklerdir.

Oblomov, özellikle gençlerin üşenmeden okumaları gereken bir kitap, çünkü romanın kalınlığı bir tuğla kadar var.