BİR ÂLEM ADAM: KURUCU KÂZIM AĞA

Mehmet Gündoğdu

Konya’nın deli- dolu, âlem adamlarından Kurucu Kâzım Ağa, 89 yaşında aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin, ebedi mekânı cennet olsun. Ailesinin ve yakınlarının baş sağlığı dilerim.
1955’ten bu yana aynı mekânda lokantacılık yaparak kuru fasulye, pilav, kavurmasıyla ünlenen Kâzım Ağa, Konya’nın ikinci Tayyip Ağasıydı. Her iki rahmetli de tam fıkralık adamlardı. Hazır cevaplık bu iki rahmetlide, laf ebeliği, sövüp sayma da bu ikisinde. Bana göre rahmeti Kâzım Ağa, rahmetli Tayyip Ağa’yı aratmadı.
1970’li yılların başında yeni delikanlıyım. Sinema önlerinde falan serseri dolaştığımız yıllarda karnımız acıkınca Kâzım Ağa’nın lokantasına damlar, zamanın en ucuz yemeği kuru fasulye olduğu için Kâzım Ağa’nın lokantası önünde sıraya girip kuru fasulye yerdik. Kâzım Ağa’yı böyle tanıdık. Önce yadırgadıysak da sonraları alışıp, ortama uyduk.
Bu ortam, adı lokanta olup lokantadan başka her mekâna benzeyen, daha çok ortaoyunu sahnesine benzeyen bir ortamdı. Müşterinin biri tatlı yer Kâzım Ağa’dan biber ister, biber kabı havada uçar; tutabilirsen tut. Bir başkası soğan ister, Kâzım ağa soğanı fırlatır; müşteri kapabilirse ne iyi, kapamazsa soğan ya yemek tabağının üstüne düşer ya da adamın kafasına gelir. Yemek masaya geldiğinde Kâzım Ağa’nın başparmağı içinde olur, tabağı koyduktan sonra da şapır şupur parmağını yalar. Yemeği geç yiyen olursa önce uyarılır, sonra da önünden çekilip alınır. Kâzım Ağa ve garsonlarının önlükleri yağdan kirden rengi görünmez haldedir ama eller hep bu önlüklere silinir. Yemekten sinek falan çıkarsa Kâzım Ağa asla kabul etmez, üstelik bir de kızıp söver; “Sineği içine ben mi attım? Yemeğine sahip olsaydın.” Bazen dünden kalmış kuru fasulye, yarı ekşi yarı bayat masaya getirilirse de müşterilerin çoğu korkularından itiraz edemezler. Bazı müşteriler gırgır olsun diye sorarlar; “Kâzım Ağa kurunun kaçıncı yaşını kutladın?” Kâzım Ağa usulüne uygun bir ana avrat çekerek lafı yapıştırır; “Anan güzel mi gidi? Hem iki buçuğa karnın doyacak hem de taze pişmiş yemek mi yiyeceksin? Herkes ucuz kuru yemek için iki gün bekliyor. Zıkkımlanacaksan zıkkımlan.” Müşteri silinmemiş masaya oturunca menüde ne yemekler olduğunu sorar, garsonlarda sayar dökerler ya; Kâzım Ağa çoğu zaman lokantaya her gelenin önüne kuru fasulyeyi koyar. Müşteri, “ya hu, benim kuru yiyeceğimi ne bildin?” derse Kâzım Ağa hazır cevaptır, “Ulan gidi, bu pahalılıkta kurudan başka ne yenir? Zıkkımlanacaksan zıkkımlan, oyalama beni.”
Kâzım Ağa’yı “Kâzım Ağa” yapan işte bu özellikleridir. Temiz olmadığını bilerek gırgır olsun diye lokantaya gelen devamlı müşteriler çoğunluktaydı. Dertleri kuru, pilav, kavurma falan değil Kâzım Ağa’yı kızdırıp sövdürtmekti. Kâzım Ağa kızıp sövüp saydıkça müşteriler üstüne- üstüne giderler adamı delirtme aşamasına getirirlerdi. Bu yüzden Kâzım Ağa’nın adı Deli Kâzım’a çıkmıştı. Karışık ya da beğenilmeyen bir iş oldu mu “Deli Kâzım’ın kurusu gibi” demek halkın dilinden düşmezdi.
İki üç yıl kadar önce bir arkadaşla Kâzım Ağanın lokantasına kuru yemeye gitmiştik. Kâzım Ağa da lokantadaydı ama eski şen şakrak gırgırı yoktu. Kuru fasulye, pilav ve kavurma yedikten sonra arkadaşıma dönüp “Bunca yıldır Kâzım Ağa’nın akıllı uslu bir yemeğini yedim” deyince Kâzım Ağa duyup, bana laf yetiştirdi; “Yeğenim o günler eskide kaldı. Niyetiniz beni sövdürmekse yeminim var, sövemem. Eski sövdüklerime sayıverin.” Yanımdaki arkadaş güldü; “Zahmet etme Kâzım Ağa biz sövmüş kabul edelim senin de içinde kalmasın.”