Yargıtay Eski Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk 6 Eylül 1999 günü adli yılı açılış konuşmasında Anayasa için şunları söylemişti: "Bir uyarıda bulunmak zorundayım. Türkiye meşruluk debisi neredeyse sıfıra yaklaşmış bir anayasayla yeni bir yüzyıla giremez, girmemelidir." 2010 yılında ise şunları yazmaktadır: "Bir toplumda meşruluk sorunu varsa, gittikçe düğümlenen bir hukuk bunalımı var demektir… Bu gün Türkiye’de anayasa diye adlandırılan bir metin vardır. Ama gerçekte bir anayasa yoktur. Devlet de, bir hukukçumuzun dediği gibi anayasal devlet değil; anayasalı devlettir…"
Bu gün için anayasa; maddeleri 17 kez değiştirilip kuşa çevrilmiş bir temel yasa metnidir. Bu anayasa ile birçok sorun düğümleniyor, birçok soruna çözüm getirilemiyor. 1982 Anayasasında, vatandaş; daha doğarken suç işlemeye hazır potansiyel suçlu olarak görülmüş, devlet ise; bu potansiyel suçluları asfalt silindiri olarak anayasa maddelerine almıştır. 12 Eylül cunta idaresinin ısmarlama olarak hazırlattığı ve halka zorla kabul ettirdiği bir anayasa ancak böyle olabilirdi. Her ne kadar üzerinde 17 kez değişiklik yapılmış olsa da bu anayasanın ömrü bitmiştir.
Bilindiği gibi anayasalar bir toplumun temel taşını, temel yasalarını oluşturur. Meclis tarafından çıkarılan her yasa bu anayasa maddelerine uygun olarak çıkartılır. Son çıkan yasalara baktığımızda bazı yasaların anayasa maddelerine aykırı oldukları görülmektedir. Anayasa ile demokratik bir idare yapılandırılmışsa bunun kurallarına uyulması gerek. Aksi halde yasama ve yürütme organları anayasal suçlar işlemiş olurlar.
Anayasanın değiştirilmesi konusunda hükümet uzun süre hazırlık yapmıştı ama son aylarda komisyon kendiliğinden dağıldı. Çünkü Anayasanın çok önemli olan ve devletin temel yapısının kurallarını açıklayan ilk maddelerinde bir anlaşma sağlanamamıştı. Değiştirilmek istenen anayasanın ilk maddelerinde hükümetin direttiği şekilde değişiklikler yer alsaydı, bu, Türkiye’nin bölünmesine zemin hazırlayabilirdi. Her ne kadar Kenan Evren döneminin baskıcı anayasası olsa da ilk maddeler çok önemlidir ve devletin temelini oluşturur. Bu ilk maddeler değişmez, değiştirilemez maddelerdir.
Anayasadan, yasalardan falan söz açılmışken sizlerle paylaşmakta yarar gördüğüm bir konu daha var. CHP Konya Milletvekili Atilla Kart geçen gün bir söz etti. “Cemaat sosyal bir olgudur. Yasalarla korunup, güvence altına alınmalıdır.”
Cemaatin neden “sosyal olgu” olduğunu pek anlamış olmamakla birlikte; bu konuda bazı şeylerin söylenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki; siyasete karışmadıkça, devletin temeline bomba koymadıkça cemaati ve cemaatçiliği yasaklayan bir yasa maddesi yok. Anayasanın 24. Maddesinde belirtilen din vicdan hürriyeti vardır.” Herkes dini inanç, vicdan ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. Madde hükümlerine aykırı olmamak şartı ile ibadet, ayin ve törenler serbesttir.” 14. Madde hükümleri ise; devletin milletiyle bölünmez bütünlüğünü koruma, cumhuriyet ilkelerine ters düşmeme, siyaset yapmama gibi yasaklar getiren hükümlerdir. Yani; siyasete karışmamak, bölücülük- kışkırtıcılık yapmamak, devletin yapısını bozmamak gibi işlere bulaşılmadıkça cemaatlere de, cemaatçilere de, tarikatlara da bir yasak yoktur.
Türk Ceza Kanunu’ndaki 163. Madde kaldırıldığından bu yana böyle bir yasak yoktur. Gerçi; 163. Madde laik cumhuriyeti koruma adına din tüccarlığını, dini siyasete alet etmeyi, din yoluyla çıkar sağlamayı yasaklayan bir maddeydi. Bu madde laik cumhuriyetin temel taşını oluşturmaktaydı. Bu madde kalkınca şimdi her şey serbesttir. Cemaatlerle ilgili yasaklayıcı bir madde olmamasına karşın Atilla Kart’ın sözünü ettiğim söylemi, yani “cemaat yasalarla korunsun” gibi sözleri bana biraz garip geldi. Cemaatler ve tarikatlar yasalara aykırı davranmadıkları sürece zaten yasaların koruması altındalar. Yalnız onlar değil her Türk vatandaşı için bu yasalar geçerlidir.