Konya şehir merkezinin 55 Km. güneybatısındaki Kilistra antik kentinin kalıntıları üzerine kurulan Gökyurt köyünün sınırları içindedir. Köyün batısında ve köye 8 Kilometre uzaklıktadır. Dağın zirve yüksekliği 2010 metredir. Eski haritalarda Fahrettin Paşa Dağı olarak geçer.
Volkanik bir yapıya sahip olan dağ, ormanlık olup, korkunç derecede dik kayalarla çevrelenmiştir. Arka kısımlarında pınarlar vardır. Güneybatısında Kız Yapısı bulunmaktadır. Müskümürt, Oğlak yatağı ve Destel ağıllarının olduğu yerlerde çıkış rotaları vardır.
Bu çevrenin en yüksek dağıdır. Zirvesinden Loras Dağı, Kızılören Dağı, Keldağ, Çaldağı gibi yerler ile Konya şehir merkezi rahatlıkla görülür. Çevresinde Kayalı, Dazlak, Güllü Tepe gibi kayalık ve yüksek dağlar bulunmaktadır.
Sığınma, savunma, gözetleme açısından önemi son derece büyük olduğundan dolayı zirvesinde bir kale vardır. Kale içinde fırın, sarnıç, kilise gibi yerlerin bugün yalnızca kalıntıları kalmıştır.
Strabo, Sterret, Ramsay gibi antik çağ tarihçileri kitaplarında üçer beşer cümleyle de olsa buralardan söz ederler.
Karaburun denilen kayalık çıkıntıdan başlayan kale duvarları, zirveyi batıdan kuzeye doğru sarar. Bu duvarların, burçların, gözetleme yerlerinin çoğu yıkılmış ve izleri kalmıştır. Defineciler; bu duvarları ve kale içindeki sağlam yapıları dinamitleyerek yıkmışlardır. Kalenin doğuya bakan duvarları ve doğudaki ana kapı sağlam olarak durmaktadır. Kalenin ortasında ve kenarlarında tamamen yıkılmış binaların kalıntıları vardır. Ayrıca kare şeklinde toplu mezar mozolesi bulunmaktadır.
Yüzeysel olarak yapılan araştırmalardan ve ele geçen buluntulardan anlaşıldığına göre; bu binaların çok süslü oldukları ve çatılarında kiremit kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca zirvede görkemli bir papaz okulu olduğu hakkında bazı yazılı kaynaklar bilgi vermektedir.
Gerek kale duvarlarında, gerekse kale içindeki binalarda gönyeli blok taşlar kullanılmış, hiçbir duvarda harç ve sıva kullanılmamıştır. Duvar taşları birbirlerine demir çubuklarla tutturulmuş ve aralarına erimiş kurşun dökülerek sabitlenmişlerdir. Enkazlar içindeki bazı kilit taşlarının bir tür şifreli kapı kilidi görevi yaptıkları anlaşılmaktadır.
Alisumas isminin nereden geldiği hakkında Bilge Umar; Ali sözcüğünün eski Helen ve Luwi dilinde hem tuz, hem deniz anlamına geldiğini yazar. Alisumas isminin bu tanımla ne kadar ve nasıl uyuştuğu henüz kesinlik kazanmamıştır. Ancak bu konuya kesinlik kazandırmak için köylülerce söylenilenlere ve tarihi olaylara bakmak gerekir.
Söylenceye göre; Arap akınlarından, bu arada Hazreti Ali’nin buralara gelmesinden korkup kaçan Hıristiyanların sığınma yerlerinden biri de Alisumas oluyor. Ali gelemez, Ali sunamaz anlamında Alisumas deniliyor.
Tarihe bakıldığında 6 ve 7.yüzyıllarda Anadolu ve Konya’ya Arap akınlarının olduğunu, Konya’nın bir süre Arapların ellerine geçtiğini biliyoruz. Halifelik sırası Hazreti Ali’ye geldiğinde, Muaviye Ali’nin halifeliğini tanımadığından İkisi de ayrı yerlerde hüküm sürdüler. Bu arada Araplar Anadolu içlerine doğru akınlar başlatmıştı. Kapadokya bölgesi gibi Kilistra ve çevresi bu dönemde Arap akınlarından kaçanların gizlenme bölgesi olmuştur.
Söylenceye ve tarihi olaylara bakıldığında Alisumas isminin tarihsel gerçeklerle uyuştuğu görülmektedir. Ancak kalenin yapımı daha eski bir zamanda Erken Roma döneminde olmuştur.
Kalenin kuruluş amacı ise; İsauralılar (Bozkır İsaurapolis, Zengibar kalesi halkı) ve Seydişehir yakınlarında bulunan Homonatlar gibi kıyıcı, savaşçı halklardan korunmak için; aynı zamanda Akdeniz sahillerinden gelen korsanların Bozkır, Hadim, Taşkent ve Hatunsaray gibi yerlerde talan, yağma ve çapulculuk yapmalarından da dolayı korsanlıkları önlemek içindir. Bu çevrede bulunan Botsa, Detse… kaleleri gibi Alisumas Kalesi de hem savunma, hem korunma, hem gözetleme sağlayan kalelerdi. Aynı zamanda Roma kolonilerinin kontrol ve kolonide yaşayanların baskı altında bulundurmaları açısından da bu kalelerin ayrıca bir önemleri vardı.
Bir başka tarihi gerçek de: 6 ve 7. yüzyıllarda papaz ve keşişler şehirlerin şatafatından kaçarak dağ başlarında inzivaya çekilip, tefekküre dalmışlardır. Yanlarına gelenleri de papaz ve keşiş olarak yetiştirmişlerdir. İşte Alisumas dağındaki kiliselerin yapılmaları böyle bir gerçeğe de dayanmaktadır. Selçuk Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi İlker Mete İmiroğlu’nun yaptığı inceleme sonucunda kale suru sanılan bir kalıntının küçük bir kilise olduğu ortaya çıkmıştır.