Bir ülke; düşman saldırısına uğrayıp, fiilen işgal edildiğinde savaş haklılık kazanır. Aksi halde; nedeni ne olursa olsun savaşlar toplu cinayettir, cinnetliktir, insanlara kıymaktır. Her savaşın kazananı da kaybedeni de mutlaka zarar görür. İki testi birbirine çarpılırsa biri kırılır öteki çatlar. Özellikle ırklar, dinler ve inançlar üzerinden savaş yapmak; korkunç bir vahşet, korkunç bir ilkellik ve insanlığın en büyük utancıdır. Tarihin tozlu sayfaları insanlığın bu kara lekeleriyle doludur.
Önce şunu biliniz; pek çoğunuz gibi ırkçı, siyasal dinci ve mezhepçi değilim. Nedeni ne olursa olsun şöyle ya da böyle başkalarına zarar vermeyen düşünce ve eylemlere, her inanca, her düşünceye, her bireye sonsuz saygımız vardır. Bu saygı insanlık gereğidir, olması gereken de budur. Hiç kimse dünyaya gelirken dinini, inancını, doğduğu yeri, ailesini, ırkını seçme şansına sahip değildir. Her doğan insanın yaşama hakkı olduğuna göre; şöyle ya da böyle topluma zarar vermedikçe her bireye saygı göstermek kaçınılmaz bir sorumluluk olur.
Bu açıklamalardan sonra Suriye olaylarını ve Suriye üstünden Ortadoğu ülkelerine oynanan dama oyununu iyi analiz etmeli. Kendilerini yeryüzünün ilahı sayanların gerçek amaçları; petrol, maden, sömürü üzerinden Ortadoğu da yeni haritalar çizmek istemeleridir. Suriye ve Mısır’da iç savaş yüzünden ha bire acımasızca kan dökülürken; ölen, yaralanan insanların suçu Suriyeli ya da Mısırlı olmak mıdır? Halklar birbirlerine düşman edilmişken, Türkiye-Suriye sınırında 900 Km.lik topraklara ırkçılık sevdasında olanlar yerleştirilmişken, yeni savaş oyunları hazırlanmaya başlanmışken onca insanın suçu nedir? Onca insanın suçu insan olmak mıdır, demokrasi istemek midir, ırkından ya da inancından dolayı suçlu durumuna getirilmek midir? Suriye’den kaçıp gelenlerin, çocukların, gençlerin, yaşlıların suçu nedir? Türkiye ve Irak’a sığınanların suçu nedir? Çılgınca oyunlar oynayıp oynatanlar; parklarda, çadırlarda yatanların acılarını, dertlerini bilmek istemiyorlar. Bizler biliyoruz ve elimizden bir şey gelmiyor. Onlar da can taşıyor, onlar da insan.
Bugün cadı kazanlarının yeniden kaynamakta olduğu Suriye; İsevi dinindeki İngilizlerin oyununa gelerek Osmanlı’ya baş kaldırıp dindaşlarına cephe açmamış mıydı? Osmanlı askerlerinin karınlarını kancayla yarıp altın arayanlar o Suriyeliler değil miydi? Suriye, Filistin, Irak gibi ülkeler; İngilizlerin oyunu ve Suriyelilerin kanlı ihanetleriyle kaybedilmemiş midir? Oysa Müslüman Müslüman’a, insan insana nasıl kıyabilirdi? Bugün nasıl kıyılıyorsa o zamanda öyle kıyıldı. PKK.yı besleyip Türkiye’de 30- 40 bin insanın ve bebeklerin öldürülmesine yardım eden o Suriye değil midir? Hepsinin yanıtı koskoca bir evettir.
Bizim başbakan, Suriye’nin bu ihanetlerini çabucak unutmuş olacak ki; Suriye ile sarmaş dolaş oluverdi. Mutlulukları ayyuka çıkmışken dünya ağababaları bu mutluluğu bozdular. Türkiye hükümetleri her zaman lüzumsuz işler müdürlüğüne soyunmayı huy edindiklerinden; şimdiki hükümet de kollarını sıvadı. Hükümet Suriye’nin iç sorunu olan iç savaşa balıklama dalıp Türkiye’yi sonucu belli olan bataklığa sürüklemektedir. Sonuç şimdiden acı verici. Akın- akın gelmekte olan Suriye kaçaklarının sonu gelmiyor. Parklarda yatıp kalkanların sayısı da oldukça fazla… Yazıktır bunca insana çok yazık. Barış dururken savaş tamtamları çalmak kimlere ne kazandıracak, kimlere ne kaybettirecek? Bunları bir iyice düşünmek gerek.
Ayşe Sucu 9- Eylül- 2013 günkü Sözcü gazetesinde güzel bir değerlendirme yapmış. Ayşe Sucu’nun değerlendirmesi hem Türkiye, hem Suriye için geçerlidir.
“Zor Sorular-: Zalim zulmünü besmele çeke- çeke yapıyorsa zulüm ortadan kalkar mı? Allah’ın adı anılarak farklı mezhepten bir Müslüman öldürülüyor ve sözüm ona bu din adına yapılıyorsa o din ihya olur mu? Bir’e inandığını söyleyenler, onlarca fırkaya ayrılmışsa birlik oluşur mu?”