600 YILLIK SALTANATIN SONU

Mehmet Gündoğdu

13 kasım 1918 günü İngiliz askerleri İstanbul’a çıkartma yaptılar. 16 Mart 1920  günü İstanbul tamamen işgal edilince  Osmanlı Devleti fiziki şekilde sona ermiş oldu. Kurtuluş Savaşı bitiminde 1 Kasım 1922 günü TBMM. 308 sayılı kararıyla Osmanlı Devleti’ni resmen ve hukuken de sona erdirerek savabıyla günahıyla 600 kusür yıllık bir devlet tarihe gömüldü.

 

Kurtuluş Savaşı  zaferle sonuçlanınca Lozan Barış Konferansı’na hem TBMM hükümeti hem de İstanbul’daki padişah hükümeti davet edildi. Düşman devletler, birbirlerinden farklı düşünen temsilcilerin birbirleri üstüne baskı kurmaya çalışacaklarını ya da onlar çekişirlerken kendilerine uygun daha sağlıklı kararlar alabileceklerini düşünmekteydiler.

 

Sadrazam Tevfik Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf göndererek, ortak hareket edebilmek için Lozan’a kendilerinin de temsilci göndereceklerini bildirdi. Daha sonra  aynı telgraf TBMM’ne gönderildiyse de yanıt verilmedi. Ancak, İstanbul hükümetinin tasviyesi için TBMM’nde 2 gün uzun tartışmalardan sonra Osmanlı devleti hukuken tasviye edilerek, saltanat kaldırıldı.

 

TBMM’de saltanatın kaldırılmasına karşı çıkan milletvekillerinin kimisi saltanatla halifeliğin ayrılmasını, kimileri de saltanatın sembolik olarak da olsa yerinde kalmasını savunuyorlardı. Saltanatın kaldırılmasını öneren 82 milletvekili ne söylerlerse söylesinler karşı tarafı ikna edemediler. Mustafa Kemal Paşa gerekçeleri sıralayıp, geçmişten örnekler vermişse de çounluğu hoca olan karşı gurubun milletvekilleri kendi düşüncelerinde dayatıyorlardı. Tartışmaların ikinci gününde yeniden kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa bu kez sert konuştu, özetle; “Şöyle ya da böyle saltanat kaldırılacaktır, ama pek olası ki çok kelle de gidecektir” deyince işler değişti. Bazı milletvekilleri bağırıp çağırmaya kalkışsalar da, açık oylama isteriz deseler de; kabul oyu veren milletvekillerinin çoğunluğuna bakılıp  bu tarihsel olay “oy çokluğu ile karar alınmıştır” Şeklinde meclis tutanaklarına geçirildi.

 

Bu karardan iki gün sonra, 4 Kasım günü son meclis toplantısını yapan Sadrazam Tevfik Paşa, padişaha istifasını sunarak; adı var kendi yok hükümetten çekilmiştir. 7 Kasım günü Ankara hükümetinin İstanbul temsilcisi Refet Bele Paşa, istanbul hükümetinin temsilcilerini toplayarak saltanatın kaldırıldığını, İstanbul hükümetinin her türlü çalışmasının sona erdiğini bildirdi.

 

2 kasım gününe kadar padişahlığının yerinde kalmasından umudunu kesmemiş olan Padişah Vahdettin, kendisinden hesap sorulacağını düşünüp, idam edileceğinden korktuğu için; ailesini, saraydaki görevlilerini yanına alarak vatan dışına kaçtı. İngilizler’in korumasına sığınan padişahın ölüsüne haciz geldiği falan yalandır. Padişah, ailesi hatta saray görevlileri bile çalışmadan- kazanmadan rahatça yaşadılar. Padişah Vahdettin’in kızlarının her biri birer prens ya da paralı yabancı koca bularak şatafatlı yaşamlarını sürdürdüler.

 

İşin burasında iki düğümü çözüp açıklığa kavuşturmakta yarar var. Birincisi, yıllardır dillerde dolaşan bir konu. Padişah kaçarken isteseydi çuvallarla altın götürebilirdi denilmektedir. Osmanlı sarayında altın falan kalmamıştı ki neyi götürecek? Götürmediyse yabancı bir ülkede ailesi ve saray çalışanlarıyla birlikte çalışmadan- kazanmadan nasıl yaşayabildiler? Lütfen bu sorunun yanıtını iyi düşünün. İkinci konu; halifeliğinden dolayı çok dindar kabul edilen Padişah Vahdettin’in kızlarının saçları başları açık, en dekolte giysilerle çekilmiş fotoğraflarını herkes görmüştür. Bu gün halkın giyim kuşamıyla uğraşanlar bu açık çıplak fotoğrafları görmüyorlar mı? İslam halifesi sıfatını taşıyan, üstelik padişahlık yapmış Vahdettin’in kızlarının  yabancı hem de Müslüman olmayan erkeklerle evlenmelerine ne buyrulur?

 

Saltanatın kaldırıldığına kızanlar varsa da varsın kızsınlar. Çünkü cumhuriyet ve demokrasi onlara bu hakkı da vermiştir. Hiç kimse nankörlük etmeye heveslenmesin.