Anadolu’da Bugün gazetesinin bu sütunlarında yazmaya başlayalı tam üç yıl olmuş. 29 Temmuz 2013 günü bu gazetenin, bu sütunlarında ilk yazım okunmuş. Zaman hoyrat bir esinti gibi, zaman delice akan bir su gibi… Her engele karşı durmadan akıp giden zaman dediğimiz kavram. Bu yüzden koskoca bir üç yılın nasıl akıp gittiğine hâlâ şaşıyorum. Asıl şaştığım; 1975 yılında Ankara’da yayımlanan birkaç haber dergisinde başlayan yazarlığım. Aradan geçen 41 yıla karşın yazmayı sürdürüyorum. Oysa daha dün gibi. Zaman akıp geçmiş. Görüp yaşadığım olaylar, olayların getirdiği gerginlikler, karışıklıklar her ne kadar yıpratsa da VE 60 yaşıma merdiven dayasam da yazı yazmayı sürdürebilmem. Yıllardır alıvırdım- satıvırdım sevdasına düşmüşken; benim kısmetime de parasız pulsuz 41 yıl yazma sevdası düşmüş. Eh ne yapalım? Kısmetimizde ne varsa kaşığımıza o düşer.
Yıl 1976, 19 Mayıs günü. Konya’nın sesini duyurmak için bir gazetenin ilk sayısı yayımlandı, Konya’nın Sesi gazetesi. Konya basınına bir değişiklik, gerçek bir muhalefet gazete gelmiştir. Ortam karışık, terör var, herkes istediğini okuyamayacak kadar baskı altında ve bu gazete tezgah altından her gün üç bin- beş bin satılıyor ve 1977 seçim döneminde baskı sayısı on bini buluyor. İşte bu gazetenin toy yazarlarından birisi olarak atak yazılara imza atmaktayım. Gazetenin basımevi kaç kez bombalandı unuttum, gazete sahibinin oğlu öldürüldü, reklam ilan gelirleri kesildi, 12 Eylül darbesi de üstüne tuz biber oldu ve Eylül 1981’de gazete satılarak el değiştirdi. Gazetenin adı Bugün olarak değiştirildi ve kısa sürede birkaç el değiştirdi. Yıllar sonra 2013 yılının Mart ayında elinizde tuttuğunuz Anadolu’da Bugün gazetesi yayına başladı. Ve kısmetimde 29 Temmuz 2013 günü bu sütunlarda ilk yazımı yazmak varmış. Nerelerden nerelere?..
Tam 41 yıl önce sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz bir insan topluluğu oluşturmak için ideallerimiz vardı, bu gün de var. Ne hayaller içinde “bilerek lâdes” der gibi üstesinden gelemeyeceğimiz işleri yapmaya kalkıştık. Bu ideal ve hayaller bizi daha deneyimli yapmaktan, bizi daha da yormaktan başka bir işe yaramadı. Varsın böyle olsun, “benim adım Hıdır, elimden gelen budur”
Yazı sevdasına düştüm düşeli nicelerini tanıdım, niceleriyle kadim dostluklar kurdum, acı tatlı nice olaylara tanıklık ettim. Nice dostlar unutulup gittiler, nice dostları toprağın bağrına emanet ettik. Hep anarım, hep özlerim onları. Zaman vefa tanımasa da kara toprağın bağrına emanet ettiklerimizi ben unutamıyorum.
Bir yandan ekmek parası için didişmek, bir yandan dağcılık, bir yandan yazı yazmak, bir yandan halkı daha iyi tanımak için oara senin- bura benim dolaşıp durmak gerçekten yordu beni. Ne zamana kadar “keçilerle gerişip, tekelerle kırışıcağım” kim bilir?