REFERANDUM SAVAŞININ CEPHELERİ

Prof.Dr. Mahmut TEKİN

Türkiye’de “siyaset” demek “savaş” demektir. Bunun iki ana sebebi var: İlki coğrafyamız itibariyle her an patlamaya hazır bomba gibi bir bölgede bulunmamız. İlkiyle bağlantılı olan ise hem ekonomik hem de demokratik kurum ve kurulların tam oturmaması.

1923 ile birlikte Osmanlı’dan kopan ülkelerin bazılarında olduğu gibi otoriter, jakoben yani devletin yönetiminden halkı zorla “ehlileştirmeye” dönük laik yönetim anlayışı demokrasinin yerleşmesinin önüne geçti. Bu elitist anlayış seçim yapmak istemedi, yaptığında güdümünde yöneticiler istedi, güdümünden çıktığında da darbe yaptı.

Bu yüzden derin kutuplaşmalar oluştu. 150 yıldır süren laik-muhafazakar ayrışması, tarihinin en keskin dönemini yaşıyor.Son 15 yılda ülke yönetimini tam anlamıyla ele alabileceğini anlayan Milliyetçi-Muhafazakarlarda, “zorla” kurdukları ideolojik iktidarın elinden gideceğini anlayan Sol-Kemalist cephe de saldırıları arttırmış durumda.

Öncelikle referandum konusundaki görüşümü belirteyim: Bu sistem değişikliği 2007 yılında muhafazakarlara cumhurbaşkanı seçtirmeyen ve sistemi kilitleyen CHP’nin marifeti yüzünden elzem olmuştur. O gün sorunu aşmak için cumhurbaşkanını halkın seçmesini halka kabul ettiren Ak Parti, ortaya çıkan “iki başlılığı” yok etmek ve Kemalizmin ideolojik iktidarına karşı güçlenmek için başkanlık sistemini 10 yıldır getirmek için fırsat kolluyordu. 15 Temmuz Darbe girişimi bunun için iyi bir fırsat koydu ortaya. Haksız da değiller. Şimdi Erdoğan’ın etrafında birleşildiğine bakmayın. Parlementer sistem bu iki başlı haliyle büyük kavgalara, kilitlenmelere gebe. Devletin hücrelerine yerleşen sol-Kemalist damarın kesilmesi talebi de haksız değil. Halkın iktidar olmasının önünde her zaman engel teşkil ediyorlar. En basitinden anayasa değişikliği paketi Meclis’e geldiğinde referanduma gitmemesi için ellerinden geleni yapmaları, halkı cahil, kendi kararını veremeyecek yığınlar olarak gördüklerinin ispatıdır.

Ak Parti ve MHP’nin ikinci argümanı ise bölgenin büyük bir savaşa doğru ilerlediği ve Türkiye’nin bu savaşın tam ortasında kalacağı tehlikesini görmeleri. Terörle mücadeleyi bitirip savaşa ön hazırlık yapmak istiyorlar. CHP ve HDP ise şu an safça Erdoğan’ın bunu kendisi için çıkardığı ve tek adam olmaya çalıştığını iddia ederek kaybediyor. Etkiledikleri insanlar da yok değil. Hem MHP’den hem de partizan olmayan Ak Partililer’den kafası karışık olan seçmen sayısı azımsanmayacak kadar fazla.

Geçen yazımda Erdoğan’ın sahaya inmesinin belirleyici olacağını ifade etmiştim. Karşı cepheyi çok net çizecek ve seçmenin karşısına koyacak. Bu ülkede yüzde 50’nin üzerinde bir kesim, makul olmasa da, CHP’ye oy atmanın “haram” olduğunu düşünüyor. Bu kesimi hem “din düşmanlığı” hem de FETÖ ve aşırı sol örgütlerle birlikteliğe olan kızgınlıkları kavrayacaklar. MHP ise hem FETÖ, hem sol örgütler hem de ayrılıkçı-Kürtçü HDP’nin hayır cephesinde yer almasını kullanarak partiye muhalif olan ve kararsız kalan milliyetçileri “düşmanın yanında mı duracaksın?” diyerek ikna etmeye çalışacak.

Dikkat ederseniz, anayasa paketinin maddelerinden hiç bahsetmiyorum bile. Bunları muhakkak anlatacaklar ama sonucu karşıtlıklar belirleyecek.

Yeni sistemde Cumhurbaşkanı’nın yetkileriyle ilgili genişlik konusunda yapılan eleştirilerin haklılık yanı var ama Türkiye’nin zaman kaybına tahammülü yok. Dış destekli FETÖ ve PKK’nın devlette açtığı yaraların kapanması için ülkenin bu sisteme ihtiyacı var. Ayrıca bu başkanı da halk seçecek.Halka ve seçtiklerine güvenmek zorundayız. Gerçekten demokrasi istiyorsak.