Lise yıllarımdan sonra ülkemizin benim için uzak ve karlı bir şehrinde üniversiteye başlamıştım. Öğrenci olaylarına fiili olarak katıldığım ilk günleri hatırlıyorum, 1978‘in ılık bahar günlerinden biriydi. Tüm üniversitelerde olduğu gibi bizim üniversitede de öğrenci olayları tüm hızı ile devam ediyordu. Yürü diyorlardı yürüyorduk, bağır diyorlardı bağırıyorduk.
Bazen de elimize taşları alıp, ait olduğum öğrenci grubunun mutlak hâkimiyetinin olduğu kampüse girmeye çalışan üniversitenin kayıtlı öğrencilerini, karşıt görüşlü öğrencileri, onları kampüse sokmaya çalışan polisleri taşlıyorduk. Fakültelerin önünde toplanıp onlara kol kanat gerdiklerini düşündüğümüz yöneticiler için “istifa” diye koro halinde slogan atıp, gruplar halinde bizim kalemiz yönetimi tamamen örgütte olan yurtlara dönüyorduk. Elbette devlet yurtlarda her türlü görüşe sahip tüm öğrencilerin güvenliği için gerekli tedbirleri alıyordu (aslında yurtlar yalnızca bir görüşe sahip öğrencilere aitti). Her zaman kapıda iki polis bulunurdu. Ancak bizlerin öğrenciler olarak geniş bir otonomimiz vardı. Polis bize karışamazdı. Hiç mi karışmazdı, elbette bazen yapabileceği görevler vardı. Yurtta kalan öğrencilerin içerisine sızan karşıt görüşlü öğrencilerin temizliği için yurtları yöneten öğrenci liderleri tarafından yönlendirilen operasyonlarda, gecenin geç saatlerinde başına battaniyesi çekilerek yatağında demir sopalarla dövülen öğrencilerin çığlıklarını yurt girişinden duyduklarında ilgili öğrencinin odasına gelip onu oradan alıp, güvenli bir yere götürüyorlardı. Bu büyük bir hizmetti, ancak herhangi bir yakalama olayı olmazdı. Temizlik sonrası o öğrenci bir daha üniversiteye dönmemek üzere ailesinin yanına memleketine dönerdi.
Dönemin üniversitede yaşanan öğrenci olaylarına fazla girmeyeceğim, ancak kısa bir anımı anlatarak yazımı sonlandıracağım. Günlerden bir gün, ılık bir bahar günü bizlere bir haber geldi. 500 civarında karşıt görüşlü öğrencinin polislerin himaye ve desteği ile kaldıkları şehit merkezinden şehrin hemen dışında bulunan kampüse doğru hareket ettikleri bildirildi. Hemen harekete geçtik. Sanırım toplam yurtlarda kalan öğrenci sayısı en az 3000 civarında idi, tümümüz Kampüsün hemen yanında bulunan öğretim üyeleri lojmanlarından, kampüsün diğer ucunda bulunan Tıp Fakültesi Hastanesi’nin çıkışına kadar, muhteşem bir savunma hattı oluşturduk. Hepimizin elinde fırlatılmaya hazır taşlarımız mevcuttu ve büyük bir sessizlik içerisinde saflarımızda beklemeye başladık. İlerleyen saatlerde kampüs kapısına doğru, sayılarının 400-500 civarında olduğunu düşündüğüm, karşıt görüşlü öğrenci arkadaşlar kampüse girmek için polislerin desteğinde hamle yaptı.. Hepimiz ellerimizdeki taşları bir birine vurarak muhteşem, uğultulu bir ses çıkardık. Yer gök inliyordu. Fakültelerin orta bölgesinde büyük, geniş bir alan vardı, öğrenci olaylarında esaslı savaşların geçmişte burada yapılması nedeni ile buraya Malazgirt Meydanı deniyordu. Alpaslan'ın askerlerinin kılıçlarını kalkanlarına vurduğunda çıkan ses bir ses vardı ve yankı ile korkutucu bir hal alıyordu. Karşı grup üzerinde büyük bir psikolojik etki yaratan uğultu, belirli aralıklarla tekrarlanıyordu.... Savaş sanırım buydu....
Daha sonra saflarımızı sıklaştırarak ileriye doğru bir hamle yaptık... Bu arada Rektörlük Binası bizim taşların hedefindeydi. Tüm öğrencilere Rektörlük Binasının taşlanması emri verilmişti. Rektörlüğü koruyan polisler Hicretin sünnet olduğunu düşünerek, savaşı bırakarak savaş alanından kaçıp Rektörlük binasının güvenli yerlerine sığınmışlardı. Rektörlüğü bir müddet hep birlikte taşladığımızı hatırlıyorum. Yanımda eski okul yıllarından tanıdığım bir abi vardı, bize hep kol kanat germişti. Bu değerli abi daha sonraları iki dönem milletvekilliği yaptı. Bizler birinci sınıf öğrencileri idik ve korkuyorduk, onlarla olmak bizi cesaretlendirmişti. Bir yandan da “Rektör istifa”, “Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe” diye sloganlar atıyorduk.
Daha sonra Rektörlüğün ve Güvenlik birimlerinin uzun müzakereleri sonucu şehirden gelen karşıt görüş öğrencilerin can güvenliklerinin sağlanamaması nedeniyle Kampüse alınmamalarına karar verilmişti. Kazanmıştık, karşıt görüşlü öğrencileri başarı ile püskürtmüştük, hepsi şehre geri döndüler ve öğretim yılının sonuna kadar da üniversiteye hiç gelmediler.
Ertesi yılın başında hepimiz şaşırmıştık. Bizimle taş atan arkadaşlardan bir kaçı dâhil, tüm karşı grup öğrencilerinin bizim üniversitede can güvenliklerinin sağlanamaması nedeniyle kayıtlarının koşulsuz olarak Ege Üniversitesi’ne alındığını duyduk. Ege Üniversitesi Rektörlüğü insani kaygılarla böyle bir karar almıştı. Hayretler içerisindeydik, nasıl olmuştu da bizimle birlikte Rektörlük Binası’nı taşlayan arkadaşlar saf değiştirmişlerdi. Acaba davaya ihanet mi etmişlerdi... Bir şeyler yanlıştı...
Günümüzde anlı şanlı tarihi kripto politikacıların Çin’deki Uygur Türklerine karşı yapılan soy kırımı kamu oyu önünde inkar ettiklerini gördükçe, hayatta hiçbir şeyin garip karşılanmaması gerektiğini çok uzun yıllar sonra realize ediyorum. Hepimiz bu toprakların masum, gariban, fakir ailelerinden gelen yalnızca okumak, devletin bir memuru olmaktan, ekmeğini kazanmaktan başka gayesi olmayan bizlere kıymışlardı. O neslin bir kısmı öldü, bir kısmı hapishanelerde süründü ve aileleri hep ıstırap çekti..
Yıllar sonra o yıllara dönük analizlerimde bir şey dikkatimi çekti, dönemin öğrenci liderleri ve onların beraber çalıştıkları siyasiler hep hayatta başarılı olmuşlardı. Oysa detaylar hep harcanmıştı.. Saygı ile...