Hey gidi günler hey!

Hasan Hüseyin GÜLCAN

Saçlara jöle, tırnaklara oje, sürülemez, spor ayakkabıyla okula girilemezdi. Erkekler kravat, kızlar fiyonk takmadan, yaka ve tırnak kontrolü yapılmadan derse girilemezdi.

Sabahları bahçede sıra olunur, pazartesi sabah Cuma öğleden sonra müdür konuşma yapar, özel günlerden biriyse saygı duruşu yapılır ve gerçekten saygıyla durulur, İstiklal Marşı okunurken dik durulur, konuşulmaz, saygı duyulurdu.

Öğretmenlerle dalga geçilemez, veli toplantıları aileye korkarak bildirilir, okulda "konuştuğun" (sevgilin) varsa sadece bahçede yan yana yürünürdü.
Forma ile okula gidilir, eve gelene kadar forma çıkarılmazdı. Gömlekler pantolonların - eteklerin, içine sokulur, okul renkleri dışında bir renk giymek yürek isterdi.
Küpe, kolye, yüzük, bilezik hafta sonları takılır, saçlar erkeklerde tıraşsız, kızlarda 3 boğum örgüsüz ise disipline gidilirdi.
Cep telefonu yoktu, internet de yoktu ama yine de öğrenciler birbirleri ile haberleşirdi.
Biyoloji dersinde üreme konusu anlatılırken utanılır, aruz ölçüsü ezberlerken delirilir, milli güvenlik hocaları askeri disipline sokmaya çalışırdı.
Okul kitapları üzerinde sevilen sanatçı resimlerinin olduğu klasörlerde taşınır, ders yılı başında mutlaka kap kâğıdıyla kaplanır, etiketler yapıştırılır, etikete adı-soyadı- sınıfı- hangi dersin kitabı olduğu yazılır, o derse ait defterler de kolaylık olsun diye aynı desen kap kâğıdıyla kaplanır, ders sırasında yanında kitabı olmayan azarlanırdı.
Sınıflar kalabalık olsa da çıt çıkmadan ders dinlenir, boş derslerde sınıftan çıkılmaz, ders saatlerinde okul sınırlarını ihlal etmek isteyenlere acınmazdı.
Ödevler mutlaka yapılır, dönem ödevleri için kütüphaneler, meydanloueres, ana ya da temel britanikalar taranır, ödevler elle ve mutlaka dolmakalemle yazılırdı.
Yat denince yatılır, sabah okula servis yerine otobüsle gidilir, bazen çanta yoklaması yapılır, okula yasak bir şey getirilemezdi.-okulun herhangi bir yerinde sakız çiğnenemez, derslerde bir şey yenemez, su içmeye gitmek için izin istenirdi.
Birine uyuz olduysak öğretmene şikâyet eder, asla kendimiz sopayla, bıçakla girişmez, çeteleşmez, okul dışında bile kavga etmezdik. Bilirdik ki kavga edersek evde ya da okulda bi posta daha dayak var.
Kızlarla erkekler birbirine mesafeli durur, el şakası yapmaz, küfürlü konuşmaz, efendilik bozulmazdı.
Yerli malı haftası sınıf pikniğine döner, her tür yiyecek bulunur ve biz bu yemekleri paylaşırdık.
Kitap okurduk örneğin, ödev bile olsa okurduk. Değiştirip kitapları öyle okur, kütüphaneden kimlik çıkartır kütüphanede okurduk.
Biz öğrenci gibi öğrenciydik. Saygılıydık, tertipliydik, edepliydik...
Biz çok güzel öğrencilerdik. Çok zor da olsa o dönemlerde hayatın bir anlamı vardı ve biz bunu bilmesek bile hissederdik..
İşte bu yazıyı geçen gün okudum tesadüf eseri…

Gerçekten de o günler aklıma geldi, gözümün önünde canlandı. Biz gerçekten de öğrencilik yapmışız.

Siyah önlüklerimizle, bembeyaz kalplerimizle ve ışıl ışıl gözlerimizle derslerimiz iyide olsa kötüde olsa biz öğrenciymişiz gerçekten…

Bazen görüyorum öğrencileri hayretler içerisinde kalıyorum. Sakallarını görünce cami hocası, saçlarını görünce sanatçı, kıyafetlerini görünce bişeye benzetemiyorum ama ellerindeki cep telefonlarını ve içtikleri sigaraları görünce de iş adamına benzetiyorum. Öğretmen öğrenci ilişkilerinin sadece okulda ve dersle sınırlı olduğu gayet ahlaklı ve saygı sınırlarının dışına çıkılmayan bir öğrencilik yaşamışız biz.

Öğrenciliğin en saf ve yalın halini yaşadığım için kendimi şanslı hissediyorum. Hem öğrenciliğin hem de sevginin en saf ve yalın aynı zamanda yalansız hali yaşandı ve bitti geçti gitti.

Demek ki her şey zamanında ve yerinde güzelmiş. İnsan bazen eski günleri özlemiyor değil ama yeni sevgilerle eski güzel günleri hafızalarımızda yaşatıyoruz.

Sevgisiz kalmayın… Herkese iyi tatiller.