Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Bir gece Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in yanımda olmadığını farkettim, karanlıkta el yordamıyla bakınmaya çalıştım. Bir de baktım ki, rükûda -veya secde halinde-:
“Sübhâneke ve bi-hamdik, lâ ilâhe illâ ente: Ben seni ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve sana hamdederim. Senden başka ibadete lâyık ilâh yoktur” diye zikrediyor.
(Müslim, Salât 221.)
Diğer bir rivayete göre şöyle dedi:
(Onu araştırırken) elim ayağının tabanına temas etti. Secde vaziyetinde iki ayağını da dikmiş şöyle diyordu:
“Allâhümme innî eûzü bi-rızâke min sahatik, ve bi-muâfâtike min ukûbetik, ve eûzü bike minke, lâ uhsî senâen aleyke, ente kemâ esneyte alâ nefsike: Allahım! Senin gazabından rızâna, azâbından affına sığınırım. Ben senden sana sığınırım. Ben seni lâyık olduğun şekilde medh ü senâ edemem. Sen kendini nasıl medh ü senâ etmişsen öylesin.”
(Müslim, Salât 222. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 148; Nesâî, Tatbîk 71, İsti‘âze 62)
Açıklamalar
Bu hadîs-i şerîfte Hz. Âişe radıyallahu anhâ’nın samimi bir itirafını okumaktayız. Sevgili annemiz bir gece -muhtemelen şâbanın on yedinci gecesi- Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında ve yatağında bulunmadığını farketti. Birden onun diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabileceğini düşündü. İçini kemiren bu şüpheyle odanın içinde el yordamıyla Efendimiz’i aramaya başladı. Onun her zaman namaz kıldığı köşede, secdeye kapanmış ve ayaklarının parmak uçları kıbleye dönük vaziyette Allah’ı zikirle meşgul olduğunu görünce düşündüğü şeyden dolayı utandı ve “Yâ Resûlallah! Anam babam sana fedâ olsun, ben ne düşünüyorum, sen ne yapıyorsun!” diye kendini kınadı.
Efendimiz’in “Allahım! Senin gazabından rızâna, azâbından affına sığınırım” sözü, son derece kapsamlı bir rahmet ve merhamet niyâzıdır. Senin o müthiş ve düştüğü yeri perişan eden gazabından; kaçıp kurtulacak, sığınıp barınacak bir yer bulunmayan azâbından yine senin himâyene, barındırdığı kimseyi âbâd eden rahmetine sığınırım, demektir. Allah Teâlâ’nın “Rahmetim gazabımdan öndedir” (Buhârî, Tevhîd, 15, 22, 28) buyurduğunu herkesten iyi bilen bir zâtın böyle mânidar bir ifadeyle Cenâb-ı Hakk’a sığınması da son derece tabiidir. Yine onun “(Yâ Rabbî!) Senden sana sığınırım” demesi de Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine pek latîf bir ilticâdır.
Resûlullah Efendimiz “(Yâ Rabbî!) Ben seni lâyık olduğun şekilde medhü senâ edemem. Sen kendini nasıl medhü senâ etmişsen öylesin” buyurmakla, insanın o Zât-ı Kibriyâ’yı gerektiği gibi övmekten âciz olduğunu pek güzel bir şekilde itiraf etmiştir. Bir insan bütün gayretini sarfederek ve bildiği bütün övgü sözlerini kullanarak Cenâb-ı Hakk’ı övmeye çalışsa, kudreti ve sıfatları sonsuz olan Vâcip Teâlâ hazretlerini O’na lâyık şekilde medhü senâ edemez. O’nun kullarına ihsânını sayıp dökmeye kalksa, “Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız” [İbrâhim sûresi (14), 34; Nahl sûresi (16), 18] âyetinde insanın aczi olanca açıklığıyla belirtildiği üzere, ilâhî lutufların binde birini sayamaz. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Cenâb-ı Mevlâ’ya hitaben “Sen kendini nasıl medhü senâ etmişsen öylesin” diye işaret ettiği medhü senâlardan biri şu âyet-i kerîmede görülmektedir:
“Bütün hamdü senâlar göklerin ve yerin Rabbi, bütün âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Göklerde ve yerde azamet yalnız O’nundur. O en üstündür, hikmet sahibidir” [Câsiye sûresi (45), 36-37].
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. “Kulun Allah’a en yakın olduğu secdede”, her zaman okuna gelen sübhâne rabbiye’l-a‘lâ zikri yerine, zaman zaman yukarıdaki son derece kapsamlı zikri de okumalıdır.
2. İnsan Cenâb-ı Hakk’ı olanca gücüyle övmeye kalksa buna bilgisi ve kudreti yetmez.
3. Secdede ayakları dikerek ayak parmaklarının da secde etmesini sağlamak gerekir.