Muâviye İbni Hakem es-Sülemî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kılarken cemâatten biri aksırdı. Ben de hemen “yerhamükellah” dedim. Cemaat bana dik dik bakmaya başladı. Bunun üzerine:
- Vay başıma gelenler! Yâhu bana niye öyle bakıyorsunuz? deyince de, ellerini uyluklarına vurmaya başladılar. Onların beni susturmaya çalıştıklarını görünce kızdım; ama yine de sustum.
Anam, babam Resûl-i Ekrem’e fedâ olsun. Ne ondan önce ne de ondan sonra kendisinden daha iyi bir öğretici görmedim. Vallahi beni ne azarladı ne dövdü ne de sövdü. Namazı kıldırıp bitirince bana:
- “Bu ibadetin adı namazdır. Namaz kılarken dünya kelâmı konuşulmaz. Çünkü namaz tesbih, tekbir ve Kur’an okumaktan ibarettir” dedi veya buna benzer bir şey söyledi. Ben de:
- Yâ Resûlallah! Ben yeni müslüman oldum. Allah Teâlâ İslâmiyet’i gönderdiği halde hâlâ kâhinlere gidenlerimiz var! dedim. Bana:
- “Sen kâhinlere gitme!” buyurdu. Ben tekrar:
- Aramızda uğursuzluğa inanan adamlar var, deyince de:
- “Bu onların gönüllerinde hissettikleri bir duygudur. Bu duygu onları işlerinden alıkoymasın” buyurdu.
(Müslim, Mesâcid 33. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 167)
Açıklamalar
Muâviye İbni Hakem İslâmiyet’i biraz geç kabul etmişti. Bu sebeple namazda konuşmamak gerektiğini henüz öğrenememişti. Bununla beraber aksırdıktan sonra elhamdülillah diyen kimseye, Allah sana merhamet etsin anlamında yerhamükellah deneceğini biliyordu. Namaz kılarken yanındaki sahâbî aksırınca ve belki de elhamdülillahdeyince, Muâviye ona yerhamükellah diye dua etmişti.
Namazda birinin sübhânallah diye ikaz edilebileceği hususu, bu olayın meydana geldiği tarihte henüz bilinmiyordu. Bu sebeple ashâb-ı kirâm Muâviye İbni Hakem’i, namazda konuşulmayacağını anlatmak için ellerini uyluklarına vurarak ikaz etmişlerdi. Ne yazık ki o, namaz edebini henüz öğrenemediği için arkadaşlarının bu tutumunu yadırgamış, bundan dolayı da hata üstüne hata yapmıştı.
Muâviye’nin, “Vallahi Resûlullah beni ne azarladı ne dövdü ne de sövdü” sözü hem takdir hem de bir itiraftır. Zira o, aradan yıllar geçtikten, namazın önemini kavradıktan, hatta Allah’ın Resûlü’nün namaz gözümün nûru kılındı buyurduğunu öğrendikten sonra, yaptığı hatalar sebebiyle esasen azarlanmayı hak ettiğini, fakat onun bu hataları kasıtlı olarak yapmadığını gören Resûlullah’ın kendisini bağışladığını anlatıyor.
Hz. Peygamber yeni müslüman olan, dini yeterince öğrenme fırsatı bulamayan kimselere karşı hep müsamahalı davranmıştır. Yaptıkları hata ne kadar büyük olursa olsun onları hoş görüp bağışlamıştır. Onun Muâviye’yi yanına çağırıp namazın ne demek olduğunu sükûnetle anlatması ve yaptığı hatadan dolayı başkalarının yanında onu incitecek bir şey söylememesi pek ibretlidir. Zaten Muâviye’ye en fazla tesir eden ve onu Resûlullah’a hayran bırakan davranış da onun bu tavrı olmuştur.
Daha sonra Muâviye zihnini kurcalayan iki konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sordu. Bunlardan biri, cinlerinin yardımıyla veya sahip oldukları yetenekle ileride olacakları bildiklerini iddia eden kâhinlere inanılıp inanılmayacağı idi. Hz. Peygamber “sen onlara gitme!” buyurmak suretiyle, bir müslümanın cincilere inanmaması gerektiğini öğretti.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Peygamber Efendimiz insanların gönül dünyasına değer veren ve kimseyi kırıp incitmeyen mükemmel bir öğretmendi.
2. Namazda dünya kelâmı konuşmamak ve kendini ibadete vermek gerekir.
3. Kâhinlere, cinlerin yardımıyla gelecekten haber verdiğini iddia edenlere asla gitmemeli ve onlara değer vermemelidir.
4. Uğursuzluğa asla inanmamalıdır; zira uğursuzluk diye bir şey yoktur.