Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
“Yakın akrabalarını uyar!” [Şu`arâ sûresi (26), 214] âyeti nâzil olunca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş kabilesini toplantıya çağırdı. Onlar da geldiler. Peygamber aleyhisselâm kimine genel, kimine de özel olarak şöyle hitâb etti:
“Ey Abdüşems oğulları! Ey Ka`b İbni Lüey oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Abdümenâf oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Hâşim oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Abdülmuttalib oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Fâtıma! Kendini cehennemden kurtar! Çünkü sizi Allah’ın azâbından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim.” (Müslim, Îmân 348, 351. Ayrıca bk. Buhârî, Tefsîru sûre (26) 2; Tirmizî, Tefsîru sûre (27) 2; Nesâî, Vesâyâ 6)
AÇIKLAMALAR
Resûl-i Ekrem Efendimiz’e “yakın akrabalarını uyar!” âyeti nâzil olunca, onları yemeğe dâvet etti. Amcaları Ebû Tâlib, Hz. Hamza, Hz. Abbas ve Ebû Leheb ile birlikte kırka yakın akrabası evine geldiler. Yenilip içildi.
Ebû Leheb onun konuşmasına fırsat vermeden söze başladı. Sen söyleyeceklerini daha önceleri bize söyledin. Bu dâvâyı bırak. Senin bize yaptığın kötülüğü hiç kimse yapmadı, gibi sözlerle Efendimiz’e hakaret etti. Onun konuşmasına fırsat vermedi. Sonra da herkes kalkıp gitti.
Cebrâil aleyhisselâm tekrar geldi ve akrabalarını uyarması gerektiğini hatırlattı.
Peygamber aleyhisselâm akrabalarını yine yemeğe dâvet etti. Sonra onlardan kendisini himâye etmelerini istedi. Muhtelif kimseler söz aldılar. Amcası Ebû Tâlib ile halası Safiyye onu Ebû Leheb’e karşı müdâfaa ettiler.
Yakın akrabalarını daha geniş bir çerçevede uyarmak isteyen Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem birgün Safâ Tepesi’ne çıktı.
Bütün yakınlarına “Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Abdümenâf oğulları! Ey Zühre oğulları!...” diye ayrı ayrı seslendi. Sesini duyanlar kalkıp geldiler. Resûlullah Efendimiz onlara önce Allah’a ve Resûlü’ne imân etmeleri gerektiğini hatırlattı. Daha fazla konuşmasına dayanamayan Ebû Leheb, Efendimiz’e fırlatmak üzere eline bir taş aldı:
- Yuh sana! Bizi bunun için mi topladın? diye bağırdı.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem onun bu kabalığına ve saygısızlığına bakmadan Kureyş kabilesinin bütün kollarını ve yakın akrabalarını birer birer sayarak kendilerini uyardı.
“Kendinizi cehennemden kurtarın!” uyarısıyla Nebiyy-i Muhterem Efendimiz onları taptıkları putları bırakmaya, sadece Allah’a imân ve ibadet etmeye çağırmakta; Allah’a imân etmeden cehennem ateşinden kurtulmanın mümkün olamayacağını belirtmektedir
.
Hadîs-i şerîfin sonunda yer alan “Aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim”, sözü konumuzla doğrudan ilgilidir. Efendimiz bu sözüyle, müslüman olmadı diye bir akraba ile ilgiyi kesmemek gerektiğini dile getirmektedir. Bir gün din kardeşimiz olması ihtimâl dâhilinde bulunan bir kimseyle ilgiyi kesmek, onu İslâmiyet’ten soğutmak anlamını taşır. Bu da doğru bir hareket değildir. Müslüman olmayan bir akraba sıkıntıya düştüğünde ona yardım etmek, başına bir kötülük geldiğinde ona el uzatmak müslüman olan akrabanın görevidir. Akrabalık bağı, işte böylesine önemlidir.
Bazı rivayetlerde Peygamber aleyhisselâm’ın yakınlarını uyardıktan sonra onlara:
“Malımdan neyi dilerseniz isteyin!” buyurduğu görülmektedir. Bu sözüyle Efendimiz onlara, siz benim en yakın akrabamsınız. Malım, mülküm size fedâ olsun. Benden dünya malı isteyin vereyim. Fakat sizi Allah’ın azâbından kurtarmaya gücüm yetmez, demiş olmaktadır.
Hadisin bazı rivayetlerine göre Efendimiz akrabalarına hitaben:
“Kendinizi Allah’tan satın alın! Yoksa sizi Allah’ın azâbından kurtarmak elimden gelmez” buyurmuştur. Efendimiz’in bu uyarısı ne kadar anlamlıdır! Bugün öyle kimseler vardır ki, benim babam hâfızdı. Dedem büyük âlimdi. Büyük annem şöyle Kur’ân-ı Kerîm okurdu diye onlarla iftihar ederler ve bu sözlerle dindar olduklarını anlatmaya çalışırlar. Böyle dindar insanların soyundan geldikleri için âhiret hayatını garantiye aldıklarını zannederler. Halbuki Peygamber Efendimiz en yakın akrabalarına “Kendinizi Allah’tan satın alın! Yoksa sizi Allah’ın azâbından kurtarmak elimden gelmez” diye seslenmekte ve kendisine güvenmemelerini hatırlatmaktadır. O dehşetli kıyamet gününde kimsenin kimseye fayda vermeyeceği bir gerçektir. Bu acı gerçeği unutmamak gerekir.
“Yakın akrabalarını uyar!” âyeti geldikten sonra Peygamber Efendimiz’in müşrikleri böyle toplantılarla birkaç defa uyardığı anlaşılmaktadır. Nitekim bir defasında yine Safâ Tepesine çıkarak:
- “Baskın vaar!” diye bağırdı. Sonra da Kureyş kabilesinin kollarına birer birer seslendi. Araplarda böyle bir âdet vardı. Önemli haberler böyle duyurulurdu. Müşrikler etrafına toplanınca:
- “Ne dersiniz? Şu dağın eteğinden birtakım atlıların gelmekte olduğunu size haber versem, bana inanır mısınız? diye sordu.
Müşrikler hep bir ağızdan:
- Biz şimdiye kadar senin yalan söylediğini görmedik, dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
–“Gelmekte olan şiddetli bir azâbı size haber veriyorum!” deyince Ebû Leheb öfkelendi:
- Yazıklar olsun sana! Bizi bunun için mi topladın? diyerek çekip gitti. Bunun üzerine şu sûre nâzil oldu:
“Ebû Leheb’in elleri kurusun! Kendisi de helâk olsun!” (Müslim, Îmân 355).
Peygamber aleyhisselâm’a pek çok fenalık yapan bu amcası olacak herif ve şirret karısı, mü’minlerin diliyle Tebbet sûresi’nde on beş asırdır lânetlenip dururlar.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Akrabalarla ilgiyi kesmemek, onlara kol kanat germek nasıl bir görevse, onlara dinî bilgi ve şuur vermeye çalışmak da bir görevdir.
2. Büyük bir insanın akrabası olduğunu söyleyerek onlara güvenmek kimseye fayda sağlamaz. İnsanı kurtaracak olan imânı ve ibadetleridir.
3. İslâm’ı tebliğe yakın akrabadan başlamak gerekir.