"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” Nisâ sûresi (4), 65 Allah Teâlâ bu âyette sahâbîlere, dolayısıyle bütün müslümanlara, aralarında ihtilâfa düştükleri işlerde, içinden çıkamadıkları problemlerde Resûlullah’ın hakemliğine başvurmaları gerektiğini emreder. Onun hakemliğine başvuran müslümanlara düşen en önemli görev, verdiği hükme tam ve gönülden razı ve teslim olmaktır. Ancak bu sayede hakiki mü’min olunabilir.
Sahâbeden sonraki müslümanlar ve dolayısıyla bizler, Peygamber’in hakemliğine nasıl başvuracağız? Allah Resulü, bir hadislerinde şöyle buyurur:
“Size iki şey bıraktım. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece sapıklığa düşmezsiniz. Allah'ın Kitabı Kur’an ve Resûlü’nün sünneti" (Muvatta', Kader 3).
O halde problemlerimizi Kur’an ve Sünnet'in ışığında çözmek zorundayız. Bu şu demektir: Hükmü Kur’an ve Sünnet’te bulunan meseleleri bu iki kaynağa göre halledeceğiz. Şayet aradığımız konu, Kur’an ve Sünnet’te bulunmuyorsa, onu nasıl halledeceğimizi Kur’an ve Sünnet’in emir ve tavsiye ettiği doğrultuda karara bağlayacağız.
Zübeyr İbni Avvâm, Medine dışındaki bir arazinin sulanması konusunda ensardan bir kişi ile münakaşa etmişti. Konu Hz. Peygamber’e arz edildi.
Allah Resûlü’nün verdiği hüküm ensardan olan müslümanın hoşuna gitmedi, hatta Peygamber Efendimizi taraf tutmakla itham etti. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu (Bilgi için bk. Buhârî, Tefsîru sûre (4), 12, Müsâkât8, Sulh 12).
Bu âyette dikkat çeken bir kaç noktaya açıklık getirmemiz, konunun önemini ve daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Şöyle ki:
Allah Teâlâ, gerçek mü’min olmayı birtakım şartlara bağlamıştır:
- Mü’minler, aralarında çıkan problemlerde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hakemliğine başvurmak zorundadırlar. Onun hükmünü kabul etmeyen kimse, mü’min olamaz.
- Mü’minlerin, Resûl-i Ekrem’in verdiği hükme karşı içlerinde bir burukluk duymamaları gerekir. Bu hükme rızâ gösteren kişi, kalben değil de zâhirde razı olmuş görünebilir. Âyet, rızânın mutlaka kalben olması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
- Mü’minler, Resûlullah Efendimizin verdiği hükme tam anlamıyla teslim olmalıdırlar. Hükmün hak ve doğru olduğuna kalben inanan bir kimse, bazan hakkı kabul etmemekte ayak diretir veya tereddüt eder. İşte Allah Teâlâ, iman konusunda kalbde mutlaka yakînin hasıl olmasını, bununla birlikte, zâhirde de teslimiyetin mutlaka bulunmasını açıkça beyan eder. Bu sebeble âyette hem “içlerinde bir burukluk duymamayı” hem de “tam anlamıyla teslim olmayı” ayrı ayrı zikretmişdir. Birincisi kalben teslimiyeti, İkincisi de görünürde hükmün gereğini yerine getirmeyi ifade eder. Bu mânasıyla âyet Resûlullah’dan gelen her sahih hadise şamildir. Sahih sünnetin bulunduğu bir konuda, sünnetteki ahkâmın dışında bir yol takip etmek caiz olmaz. Şayet bilmeyerek böyle yapılmışsa, sahih sünnet veya hadise vakıf olununca onlara dönülür. Sahâbe zamanından itibaren, bunun pek çok misali görülmüştür. Ömer ibni Hattâb, Ömer ibni Abdülaziz başta olmak üzere sahâbe, tâbiûn ve onlardan sonraki nesillerden seçkin ulemânın tavrı bu idi.
Müctehid bir hâkimin hükmü, Kitab ve Sünnet’in nassına muhalif olduğunda, o hükmü ortadan kaldırmak ve yürürlükte kalmasına engel olmak vâcip olur. Kitabin ve sahih sünnetin nasları, aklî ihtimaller, nefsânî ve şeytânî yorumlarla birbiriyle çelişkili gösterilemez.
Abdullah İbni Ömer, Resûl-i Ekrem’in: “Sizden izin istediklerinde kadınların camiye gitmesine engel olmayınız” buyurduğunu rivâyet etmişti. Bunun üzerine oğlu Bilâl:
“Vallahi biz onları engelliyoruz” dedi. Babası Abdullah;
“Ben Resûlullah şöyle buyurdu diyorum; sen, biz onları engelliyoruz diyorsun” diye oğlunu azarladı ve hatta rivâyet edildiğine göre onunla
ölünceye kadar konuşmadı (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 90; Ali el-Kârî, el-Mirkât, 1,339).
Nevevî, fâsık ve bid’atçılar- la hayat boyunca konuşmamanın câiz olduğunu söyler. Üç günden fazla konuşmamanın yasaklanmış olması, bid’atçi ve fâsıklarla ilgili değildir. Katâde’nin naklettiğine göre, İbni Şîrîn, bir adama Resûlullah Efendimiz’den bir hadis rivâyet etmişti. Bunun üzerine adam: “Filan ve filan da şöyle dediler” deyince, İbni Şîrîn:
“Ben sana Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bahsediyorum, sen filan ve filan da şöyle dedi diyorsun, seninle ebediyen konuşmayacağım” diye karşılık verdi.
Mâlik İbni Enes’in yanına bir adam geldi ve kendisinden bir mesele sordu. Mâlik ona: “Resûlullah şöyle şöyle buyurdu, deyince, adam: Senin görüşün ne? dedi. Bunun üzerine Mâlik, “Peygamberin emrine muhalefet edenler, fitneye ve can yakıcı azaba uğramaktan, korksunlar”
[Nûr sûresi (24), 63] âyetini okudu. İbni Teymiye’ye göre: Allah Teâlâ’nın kendisine ve Resûlü’ne itaati, kulları üzerine farz kıldığı, kitap, sünnet ve icmâ ile sabittir. Resûlullah Efendimiz dışında, emrettiği ve nehyettiği her konuda, bir kimseye, ümmetin itaat etmesi vâcip değildir. Ümmetin sıddîki ve en faziletlisi olan Hz. Ebû Bekr şöyle der: “Allah’a itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Şâyet Allah’a isyan edersem, bana itaat etmeniz
söz konusu olamaz." Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hariç, emrettiği ve nehyettiğinde masum olan bir tek fert yoktur. Bu sebepledir ki, bütün imamlar, Resûlullah Efendimiz dışında her insanın sözü alınır da terk de edilir demişlerdir.
Dört büyük mezhep imamı, söyledikleri her şeyde insanların kendilerini taklid etmesini yasaklamışlardır.
Vâcip olan budur. Ebû Hanîfe: Bu benim görüşümdür ve gördüğümün en iyisidir. Kim benim görüşümden daha iyisini getirirse, onu kabul ediniz, demiştir. Ebû Hanîfe’nin önde gelen talebesi Ebû Yûsuf, Medine’li büyük muhaddis Mâlik İbni Enes’le bir araya gelince, ona bazı konular hakkında kanaatini sordu. Mâlik de ona bu konudaki hadisleri okudu. O zaman Ebû Yûsuf dedi ki:
“Kendi görüşümden vazgeçip senin söylediklerine döndüm. Şayet üstadım Ebû Hanîfe benim gördüklerimi görseydi, o da benim gibi görüşünden vazgeçip okuduğun rivâyetlere dönerdi.”
İmam Mâlik şöyle derdi:
“Ben bir beşerim, isabet de ederim, hatâ da edebilirim. Benim sözlerimi Kur’an ve Sünnet’e arz ediniz.”
İmam Şâfiî: “Benim sözümün aksini ifade eden sahih bir hadis bulunca, benim sözümü duvara çalın. Yolunca vaz olunmuş bir hüccet gördüğüm zaman, benim sözüm odur” der. Demek oluyor ki, Allah ve Resûlü bir konuda hüküm vermişse, bir başka seçenek yoktur. Başka sözler ve görüşler, Resûlullah’ın hadis ve sünnetine uymazsa, onları terketmek vâcip olur.