وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَـذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَـا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَـاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
“Bize bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Çünkü biz (tövbe ederek) sana döndük. Allah buyurdu: “Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım; rahmetim ise, her şeyi kuşatmıştır. Onu kötülükten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”
A’râf sûresi (7), 156
Bu âyetin üst kısmında belirtildiği üzere Mûsâ aleyhisselâm, İsrailoğullarından 70 kişi seçip tövbe için Tûr-i Sînâ’ya götürmüştü. Orada cereyân eden olaylar sonucu şiddetli bir deprem (recfe) ile bu kişiler bayılmışlardı. Bunun üzerine Hz. Mûsâ, Allah Teâlâ’ya tazarru’ ve niyâzda bulunarak, bağışlanmalarını dilemiş ve niyâzını “Bize bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Çünkü biz tövbe ederek sana döndük” diye bitirmişti.
Allah Teâlâ kendisine “Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım. Rahmetim ise, her şeyi kuşatmıştır...” diye cevap vermiştir. Burada rahmetin her şeyi kuşattığı, geçmiş zaman kipiyle, azâbın ise gelecek zaman siğasıyla beyan edilmiş olması, dünyada “şey” denilen her nesnenin başlangıç (mebde’) itibariyle Allah’ın rahmetine mazhar kılındığını göstermektedir. Azâbın ise, ortam veya sonuç itibariyle söz konusu olacağı anlaşılmaktadır. Bu demektir ki, önceden rahmet sahasına girmiş olanlardan daha sonra azâb çekecek olanlar bulunabilecektir. Tabiî, bağışlanıp rahmet sahasında kalacaklar da bulunacaktır. Dünyada rahmetle muamele görmüş olmak, âhirette de aynı muameleyi görme garantisi değilse de ümididir.
Rahmeti ve rahmetin sonucu olan dünya ve âhiret iyiliğini Allah Teâlâ, “Kötülükten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım” buyurarak hem Muhammed ümmetinin bazı vasıflarına işaret etmiş hem de insanları bu vasıfları kazanmaya davet etmiştir.
Bu engin rahmet-i ilâhîden yararlanma ümit ve gayreti içinde olmak, en büyük kurtuluş ümididir.