Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
“Allah filanı seviyor, onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil de o kulu sever, sonra gök halkına:
- Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz! diye hitâbeder.
Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
(Buhârî, Bedü’l-halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr 157. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (19),7)
Müslim’in rivâyetinde (Birr 157) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
- “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil onu sever ve sonra gök halkına:
- Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrâil’e:
- “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrâil de onu sevmez. Sonra Cebrâil gök halkına:
- Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.
AÇIKLAMALAR
Önce şu noktayı belirtelim ki, Allah Teâlâ’nın kulunu sevmesi demek, o kul için hayır murad etmesi, ona hidâyet ve nimet vermesi demektir. Allah Teâlâ’nın buğzetmesi de kulun azgınlığını artırıp azâd etmesi demektir.
Gök halkı veya semâ ehli, meleklerdir. Başta Cebrâil aleyhisselâm olmak üzere meleklerin bir kulu sevmesi, o kul için dua ve istiğfarda bulunmaları anlamına gelir.
Hadisin ikinci kısmı yani kin ve nefretle ilgili bölümü Buhârî’de yer almamaktadır. Nevevî merhum bu sebeple önce Buhârî ile Müslim arasında müşterek olan kısmı vermiş, sonra da Müslim’deki ilâveyi zikretmiştir.
Hadîs-i şerîften anlaşılmaktadır ki, Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman onu meleklere ve insanlara da sevdirir. Allah Teâlâ bir kulu sevdikten sonra onu Cebrâil ve insanların sevip sevmemesi aslında hiç önemli değildir. Ancak Allah Teâlâ sevdiği kuluna daha ziyâde ikram ve iltifat etmek için onu meleklere ve sâlih insanlara da sevdirmektedir. Nitekim Meryem sûresi’nin 96. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: “İman edip yararlı işler yapanlara Rahman olan Allah (gönüllerde) sevgi uyandırır.” Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ âyetteki bu “sevgi uyandırma”yı, “Allah’ın onları sevmesi ve sevdirmesi” şeklinde yorumlamıştır. Böylece âyet ile hadisimiz arasındaki uyum tam mânasıyla ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Aynı şekilde Allah Teâlâ sevmediği kişiyi meleklere ve iyi insanlara sevdirmez. Bunun nasıl gerçekleştiği ise, hadisimizde açıklanmaktadır. Buradan şu sonucu çıkarmamız pek normaldir: Müslümanlar arasında sevilen bir kişinin bu durumu, onun Allah katında da sevildiğinin göstergesidir. Aynı şekilde sâlih insanların ve müslümanların nefret ettiği kişinin bu durumu da, onun Allah’ın buğzettiği bir kişi olduğunu gösterir.
O halde kimlerin kimler tarafından sevildiği ve kimler tarafından sevilmediği son derece büyük önem arzetmektedir.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Allah’ın kulunu sevmesi gizli kalmaz.
2. Allah Teâlâ sevdiği kulunu meleklere ve sâlih kullarına da sevdirir.
3. İnsanlar, toplumdaki durumlarına bakarak, Allah katındaki yerlerinin ne olduğunu tahmin edebilirler.