Ulu Türkistan’dan gelen mirasların içinde en güzide ve anlamlılarından birisi de şüphesiz zanaatkârlık olmuştur. Zanaat, Arapça “sınaat” kelimesinden gelir. İnsanların maddî ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılan, öğrenim, tecrübe ve ustalık gerektiren iş, sanat demektir. Zanaat işleri genellikle el hüneri gerektirir. Bir zanaata çoğunlukla daha çocuk yaşlarda çırak olarak girilir ve çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan da ustalığa yükselmek hedeflenir. Her meslek grubu içinde istidat ve kabiliyeti olan çocuklar çekirdekten yetiştirilir ve zamanla işin erbabı olmaya başlarlar. Burada gaye, teoriler içinde boğulmadan görerek, yaşayarak ve hissederek bir meslek edinmektir. Yani günümüz üniversitelerinden bile daha fazlası demektir.
Zanaatlar artık modern dünyanın makineleri arasında öğütülüp, üretim çılgınlığı ve tüketim hastalığına kurban olurken aslında hepimiz hâlâ Bakırcılar Çarşısı’nda çekiç sesi duymayı veya çömlek fırınlarındaki sıcağı hissetmeyi özlüyoruz. Artık her işin bir kolayı var ancak anlayanı yok. Amerikalı Sosyolog George Ritzer’in de dediği gibi artık her ihtiyacımızı modern zaman katedrali olan alışveriş merkezlerinde karşılamaya çalışıyoruz ancak elimize ne geçiyor? Neredeyse hepsi birer uyduruk kanserojen deposu olan Çin malları...
Oysa büyü bozulmadan önce yiyecek-içecek, kap-kacak veya kıyafet; kısacası kullandığımız bütün ürünler orijinal ve sağlıklıydı. Çünkü ürünleri insan vücuduna yabancı makineler değil eller üretiyordu. Zaman hızla geçti ve insanlar kıymet bilmeye başladı hâliyle. Çünkü hiçbir banknot, sağlığı ve tabii olanı satın almadıkça beş para etmiyordu.
Hasret kaldığımız zanaatlardan bazıları şunlar: Dokuma, keçe yapımı, lüle taşı ya da Eskişehir taşı oymacılığı, yemeni yapımı (ayakkabıcılık, kunduracılık), dokuma, çini yapımı, cam üfleme, ebru sanatı, marküteri (ahşap kakma), kutnu (pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuş bir tür kumaş) dokuma, kukla yapımı, taş baskı, kazaziye (Trabzon'a mahsus altın veya gümüşün elle tel hâline getirilmesi sanatı), sedef kakma, ipek dokuma, gümüş işleme, iğne oyaları, örgü çorapları, çömlekçilik, taş değirmeni, semercilik vb. sanatlar. Listeyi uzatmak mümkün. İş çok ama artık anlayan yok. Ne güzel söylemişler; "İsterim ki; ipek elli dokumacı kızın gergefindeki her yeni nakış, sevdaların buluştuğu bir gül bahçesi olsun..."
Çoğumuz zanaattan bîhaberiz maalesef. Belediyeler tarafından yer yer meslek edindirme kurslarında zanaat teşvik edilse de yetersiz. Artık unutulmaya yüz tutan zanaatlarımızın yaşatılması icap ettiğinin şuuruna bir an evvel varılmalı ve öncelikle eski adıyla “Sanat okulları” yeni adıyla Endüstri Meslek Liseleri ve Meslek Yüksek Okullarının bazı bölümleri bu alana sevk edilmelidir. Zira mecburî eğitim yüzünden çıraklık ve kalfalık bitmiştir.
Bütün bunlar bir kenara, sosyal meslekler alarm veriyor. Mesela; gün boyu trafik içinde insanların sağlığı ve ruh halleri ile muhatap olmak zorunda kalan dolmuş, otobüs ve taksi şoförlerinin aldığı eğitim maalesef çok yetersiz. Sürücü ehliyetini alan bir insan onlarca ve yüzlerce kişinin canını adeta elinde taşıyor. Bazıları canavar kesilip trafiği altüst ediyor. Dolayısıyla toplu taşıma aracı kullananlar mutlaka özel bir eğitimden geçirilmelidir. Bu eğitim sonunda sertifika verilmeli ve belgesi olmayanlar kesinlikle toplu taşıma aracı kullanmamalıdır.
Zanaatkârları yaşat ki devlet yaşasın ve büyüsün.