Bir milleti ayakta tutan en önemli unsur kültürel değerleridir. Bu değerlerin en başında dil gelir; dilini unutan bir milletin ismini taşıdığı tabiiyetini koruması mümkün değildir. Sonra tarihi gelir, tarihini bilmeyen bir topluluğun, milletini bilmesi ve tanıması imkânsızdır.
Daha sonra örf ve âdetleri, gelenek ve görenekleri yaşatmak ve yaşamak gelir ki bu da çok ehemmiyet arz eder. Şayet bir millet, bu değerlerini unutursa başka toplumları ve milletleri taklide başlar ki bu çok tehlikelidir. Nitekim bu tehlikeyi en çok gören toplumlardan biri kanaatimce biz Türkleriz. Bir de kültürel değerlerimiz olarak ahlak ve inanç esaslarımız gelir. Bu da bir milletin en önemli yapı taşları olup, bunlardan da asla ödün vermemek gerekir.
Bu girizgâhtan sonra bugünlerde yaşadığımız Cemre, Nevruz ve Hıdırellez’den kısaca bahsetmek istiyorum.
Cemre, baharın yaklaştığını bize haber verir. Soğuk iklimlerden yani kuzey yarımküreden çıkan bir gelenektir. Adının Arapça kökenli olması sebebiyle bazılar Arap veya Fars âdeti olarak biliyor ki bu yanlış. Arap coğrafyasında buz olmaz ki cemre onu eritsin. Ana vatanımız Ulu Türkistan’ın kuzeyinin Sibirya bölgesi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Cemre yani “sıcaklık, ısı, hararet”ilk olarak 19-20 Şubat gecesi havaya düşerek havanın soğuğunu kırar. İkinci cemre 26-27 Şubat gecesi suya düşerek buzları eritir. Son cemre de 5-6 Mart gecesi toprağa düşerek onu ısıtmaya başlar. Cemre inancı bu şekildedir.
Nevruz ise biz Türkler için çok önemlidir, çünkü yılınbaşıdır. Geceyle gündüzün eşit olduğu 21-22 Mart tarihi aynı zamanda bahar mevsiminin de ilk günüdür. Nevruz ibaresi de Cemre gibi Türkçe değil. Nev=yeni, rûz=gün “Yeni Gün” demek olup, Farsça bir isimdir. Yine bazıları bu addan dolayı Fârisî bir gelenek olduğunu söyleyip yazıyorlar.
Buna dayanarak, Peygamberimizin Medine’de Arapların Perslerden gördükleri şenlikleri kutlamalarını ve dolayısıyla bunu hoş görmeyip Müslümanların sadece Ramazan ve Kurban Bayramları olduğunu işaret etmesine dayanarak Nevruz’u ‘haram’ göstermeleri son derece zorlama bir görüş olduğu kanaatindeyim.
Birincisi; bizim kutladığımız Nevruz’un Mecûsilerin ve Zerdüştlerin ateşe tapınıp kutladığı inanç geleneğiyle yakından ve uzaktan alâkası yok.
İkincisi; bu bir yeni yıl karşılaması ve bahar şenliğidir. Üstelik Yakutistan’dan tutun da Ulu Türkistan Coğrafyasının tamamında, Kafkaslarda, Kırım’da, Anadolu’da, Rumeli ve Balkanlar’da kısacası Türklerin yaşadığı tüm bölgelerde Nevruz kutlamalarında İslami motifler vardır. Nevruz’dan önce evler ve bahçeler temizlenerek çevre temizliği yapılır, mezarlıklar ziyaret edilerek Kuran okunup dualar edilir, evlerde sofralar kurulup tıpkı iftar gibi yemek verilir, küsler barıştırılır, gençler büyükleri ziyaret ederek ellerini öpüp hayır dualarını alırlar, çocuklar ev ev dolaşarak Konya’nın şivliliği gibi, bizim çocukluğumuzda bayramlarda bütün köyü dolaştığımız gibi dolaşırlar. İşte bütün bu dinî ritüellerden dolayı Sovyet rejimi 1925 yılından itibaren “İslam âdetleri” diyerek, hegemonyası altındaki Ulu Türkistan, Kafkaslar, Kırım ve ‘demir perde’ sınırları içinde olan Balkanlarda yasaklamıştı.
Dolayısıyla bu güzel günü kutlamaya, bizim kutladığımız “Yeni Gün” ile ilgisi olmayan bir hadisi bahane edip karalamaya çalışmak hiç de iyi niyet değildir. Sorarım size; Peygamberimiz Ulu Türkistan’da kutlanan Nevruz’u ve yaşanan âdetleri görse yasaklar mıydı acaba?! Bu düz mantıkla hareket edersek kandilleri ve Peygamberimizin doğum gününü de kutlamamak gerekir.
Ayrıca ‘Kutlu Doğum’ adı altında yıllarca bize dayattıkları terör örgütü başının doğum günü kutlanırken neredeydiniz ey gafiller?! Yakılan ateşe gelince, İranlıları ve Arapları bilmiyorum ama bizde tapınmak için yakılmaz. Geleneksel olarak ateş de bir temizlenme aracıdır. Mesela bazı hastaların elbiseleri asla temizlenmeyeceği için yakılır. Onun gibi ateşten atlamanın esprisi kötü olan şeyler ateşte yanıp yok olsun maksadıyladır.
Cemre ve Nevruz’dan sonra Hıdırellez’den de kısaca bahsetmek istiyorum. Hıdırellez de tıpkı Cemre ve Nevruz gibi bir Türk âdetidir, gelenek ve göreneğidir. Bu da bölgelere göre değişerek 5-6-7 Mayıs günlerinde kutlanır. Ancak Hıdırellez’in Ulu Türkistan ülkelerinde kutlandığını görmedim. Anadolu ve Balkanlarda yaygın olarak kutlanır. Hıdırellez geleneksel olarak yaz mevsiminin geldiği gün olarak kabul edilip, yazın gelişi karşılanır. Dinî olarak da Hızır Peygamber ile İlyas Peygamberin buluşma günüdür. O gün, kırlara çıkılarak yemekler yenir ve spor müsabakaları düzenlenir.
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat-13) âyetikerîmesinde Yüce Allah, milletleri ve kabileleri birbirimizi iyi tanımamız için yarattığını buyururken ‘ben millet, kabile tanımam, benim için sadece ümmet vardır’ demenin hükmünün ne olduğunu konunun uzmanı arkadaşlar söylesin.
Hem şunu da yazmadan edemeyeceğim; Mâdem bu kadar ümmetçisin de seninle aynı siyasî görüşte olanların etnik yapısını görmüyorsun lâkin karşı siyasî görüşte olanlara “O Türk değil, falan ırktan!” diye karalıyorsun hatta iftira ediyorsun. Hani önemlisi Müslüman olmaktı. Bunu söyleyen ikiyüzlüler, Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözüne bile dil uzatırlar.
Son söz: Milliyetçilik ayaklar altına alınacak bir mefhum değil, baş tacı edilecek bir duygudur. Milliyetçilik, vatan sevgisidir, vatan sevgisi de imandandır.