Vatan nedir? Ya da toprağı vatan yapan nedir? Vatan, sadece klişeleşmiş ders kitapları tabiriyle belirli toprak parçası üzerinde devletin kurulduğu, insanların yaşadığı alana mı denir? Hayır. Bir toprak, onun uğruna mücadele verilirken ataların kanına karıştığında vatan anlamı kazanır. Bir vatana sahip olmak her şeydir. Kendinizi düşünün; seyyah-seyyah gezdiğinizi, belirli bir ikametgâhınızın olmadığını, sırtınıza vurduğunuz bir kaç eşya ile bir orada bir burada uyuduğunuzu, önünüze ne verilirse yediğinizi, vermediklerinde el açtığınızı. Âcizsiniz çünkü kendi kendinizi, canınızı, malınızı hatta namusunuzu koruyacak hiçbir gücünüz yok. Her şeye açık ve muhtaç, çünkü bu güç elinizden alınmış. İşte o güç “Vatan gücüdür”.
Bir milletin gücünü, bağımsızlığını gösteren ilk unsur bayraktır, vatandır, sonra devlet, sonra millettir. Tarihte de Türkler’ de devlet bu dört unsurdan oluşmuştur. Bir vatana sahip değilsen bayrağını dikecek bir toprağın yok demektir. Türkler savaşırken hangi tarafın kazandığını bayrağın dikilmesinden anlamışlardır.
Durum böyleyken, yani bir vatana sahip olmadığınızda açta, açıktasınızdır. Vatanınız elinizden alınıp o bayrak aşağı indirilmişse artık güç ve kontrol sizden çıkmış demektir. Buna sahip olan tüm dış güçler istediklerini yaparlar. Çünkü artık onlar sizin üzerinizde güç sahibidir ve onların kölesi konumundasınızdır. Vatanı olmayan bir ulus, ne dinini, ne de inancını özgürce yaşar. Kültürel ve ekonomik olarak sömürüye açıktır, istediği gibi kullanılır; ne artık ezanınızı duyarsanız ne de atalarınızdan kalma bir türkünüzü… Alırlar elinizden acımadan her şeyinizi. Düşman, düşmana acımaz, göz açtırmaz.
Tarih boyunca emperyalizmin temel sebebi iki olguya dayanmaktadır: Siyasi ve ekonomik mücadele. Bu sebeple daima ‘yayılmacı’ bir politika izlemişlerdir. Her zaman daha fazla toprak sahibi olmak ve daha fazla ulusa hükmedip ekonomik ve siyasi bir gücü elinde bulundurmak temel politika olmuştur. Çünkü dünyanın kanunu budur, güçlü olan hayatta kalır.
Günümüzde de buna örnek mücadeleleri hala görmekteyiz; bir Suriye, bir Filistin, bir Doğu Türkistan ve bir Kırım gibi…
Görüyoruz ki, yukarıda bahsettiğim gibi bugün de sömürüye maruz kalan ülkeler hep ekonomisi zayıf ya da çökmüş ülkelerdir. Vatana sahip olmak kadar ekonomik olarak o gücü ve otoriteyi daima güçlü tutmak da çok önemlidir. Tarihte Osmanlı’ya baktığımızda daima ıslahatlarını ekonomik ve askeri politikaya yönelik yaptığını, fakat ilk kez 18. asırda Avrupa’nın üstünlüğünü kabul ettiğini görmekteyiz. Bugün hâlâ Avrupa Ülkelerinin sömürülen değil, sömürgeci ülkeler olduğunu ve bunu ekonomik güçleriyle ellerinde tuttuğunu görüyoruz.
Bugün Kırım işgal altında, aslında on yıllardır işgal altında, özgürlüklerinden yoksun. Kırım Türkleri, tıpkı Ahıska Türkleri gibi Müslüman ve Türk oldukları için dünyanın en büyük faşistlerinden biri olan Stalin tarafından bir gecede vagonlara doldurularak vatanlarından sürgün edilmişlerdir. Geride kalanlar ise evlerinde sokaklarında her an ateş altında yaşamaktadırlar. Rusya tüm gücü eline almış. Tarihten bu yana hiçbir zaman sıcak deniz politikalarından vazgeçmemişlerdir. Kırım, Osmanlı Devletinde I. Abdülhamit zamanında 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla ilk defa elimizden çıkmıştır. Fakat halkı Müslüman olan Kırım’ın Halifelik yoluyla Osmanlıya bağlı kalacağı düşünüldü. Böylece kültürel bağlar korunacaktı. Fakat günümüzde artık bu bile mümkün olmamıştır. Kırım’ın elden çıkış aşamaları tarihte şu şekilde bilinir;
Küçük Kaynarca Antlaşması ile bağımsız olmuştur.
Aynalı Kavak Tenkihnâmesi ile Rus etkisi altına girmiştir.
1783’te Rusya Kırım’ı kendisine bağladığını ilan etmiştir.
1792 Yaş Antlaşması ile Kırım’ın Rusya’ya ait olduğu onaylanmıştır.
O tarihlerden bu yana da Rusya, Kırım’dan hiçbir zaman vazgeçmemiş, elinden çıksa dahi bugün de şahit olduğumuz gibi Kırım konusunda inadını sürdürmektedir. Çünkü Kırım da birçok Türk ve Müslüman ülkeler gibi işgale uğrayan ülkeler arasındadır.
1947 yılı sonbaharında Paris’te Sen nehri kıyısında bir ceset bulunur. Üstünden çıkan evraktan Kırımlı Buğra Alp Giray adında bir Türk olduğu, II. Dünya savaşının badirelerine kapılarak yurdunu kaybettiği, savaş sonunda Paris’te kaldığı ve sefil bir hayat sürdüğü anlaşılmıştır. Aşağıdaki şiir onun cebinden çıkan şiirlerden biridir.
PARİS AKŞAMLARI
Bu kent her şeyiyle bana yabancı
Caddeler, binalar, bütün insanlar...
Öyle hasretim ki ezan sesine
Ararım çevremde minâre, câmi
Lâkin takılırım Çan kulesine
Her semtin muhteşem kilisesine
Yâd el elemleri sarar içimi
Uzaklarda yurdum! Buradan çok uzak
Her mevsim güneşli, masmavi göklü
Camili, kubbeli, kümbetli, köşklü
Ozanlı, garipli, kervansaraylı
Hele insanları: Alpli, Giraylı
Yok haber onlardan, baba evinden
Bu yüzdendir hâlim, kopuk bir yaprak
Her şey çok uzakta benden çok uzak
Gözlerim dâima engine dalar
İsterim ki her an, ana yurdumda
Dağları dumanlı yaslı Kırım'da
Duvarında mavzer ve Kur’ân olan
Ata ocağında, bizim konakta
Bir bakır sinili sofra başında
İftar beklenilsin, duâ edilsin
Ve sessiz sedâsız yemek yenilsin
Sonra şadırvanda abdest alınıp
Hep birlikte teravihe gidilsin
Uyansam her sabah ezan sesiyle
Görsem Ayşeciği su testisiyle
Ninemi yaşmaklı, namaz kılarken
Dinlesem dedemi, Kur'ân okurken
Başımı huşuyla yastığa koysam
Sonra toparlanıp yola koyulsam
Yahut günün şavkı vururken camdan
Heybetli sesiyle çağırsa babam
Anam da, kalk yavrum, aslanım dese
Tutup elleriyle omuzlarımdan
O müşfik hâliyle sarılsa, öpse
Semaver kaynarken ocak başında
Dünya Türklüğünden, Türk tarihinden
Bozkurt’tan, Turan'dan söz etse dedem
Sonra Türklük için eylese niyaz
Gözlerinden akan yaşı bir görsem
Evet! Yurdum uzak buradan çok uzak,
Bir ferahlık yahut bir şey umarak
Düşerim yollara akşam üstleri
Hep böyle çaresiz, yıllardan beri
Her zamanki gibi yorgun ve bitkin
Artırıp yükünü hasta kalbimin
Her an heyecanı gözlerimde yaş
Görmek ümidiyle bir Türk, bir dildaş
Dolaşırım Paris Caddelerini
Yorgun akan Sen'i, köprülerini
Bir Karakış vakti, Sen kıyısında
Kafamın içinde Türklük ülküsü
Ruhumu kavuran öz yurt hasreti
Böyle göçeceğim ebediyete
Donmuş cesedimi bulup çöpçüler
Defnedilmek üzere götürecekler
Kimim ben, neyim, ne bilecekler!...