Sevgili Dostlarım;
Biz bu çağın insanı olmayı beceremiyoruz.
Henüz akılsız cep telefonlarına adapte olamamışken; akıllı olanlar ceplerimizi yağmalamaya devam ediyor…
Oysa ahizeli telefonla konuşmanın adab-ı muaşeret kuralları, yolu yordamı vardı.
Bir de ortak alanlarımızın tam ortasındaydı bu telefonlar.
Ve dahi konuşmalar böylesine hayatımızı keşmekeşe çevirmemiş, bizi dört bir yandan kuşatmamıştı cümle âlem…
Sonra bilgisayarlar,
Facebook, Instagram, Twitter, WhatssAp, Telegram, Tik - Tok vs…
Sanal sohbet ve ileti ortamları samimiyetimizi bozmamış, içtenliğimizi yok etmemiş, ruhlarımızı karartıp dürüstlüğümüzü rafa kaldırmamıştı!
Ve dostlarım bu fakir yareninizin hala en favori haberleşme aracı olan mektup hayatımızın en can alıcı noktasında idi...
Bin bir emek sarf edilip yazılmış, içine kurutulmuş güller ilave edilmiş, üstüne postaneye gidilip pullarla süslenip gönderilmiş o mektuplar ne kadar güzel, içten, samimi ve dürüst idi hatırlayın erenler!
Adreslerimiz gerçek ve yeganeydi bir de…
Oysa bu günün insanının sanal ortamlarda kim bilir kaç adresleri,
Kaç yüzleri ve kaç kişilikleri vardır bilinmez, keşfedilmez oldu...
Bilmem ayrımına varabiliyor muyuz ama fert olarak, toplum olarak, millet olarak büyük bir imtihandan geçmekteyiz erenler.
Bir teknoloji imtihanındayız adeta!
Medeniyet denilen ocaklar söndürmüş tek dişli canavarın dişleri arasında pare pare edilen bedenler, ruhlar ve şahsiyetler; ne kadar sağlıklı ve huzurlu bir hayata devam edecekler bilemiyoruz.
Dostlarım her türlü teknolojik yeniliklere, bütün teknik donanımlara, her türlü konfora zenginliklere rağmen günümüz insanı için en büyük gerçek mutsuzluk!
Ademoğlu ziyadesi ile mutsuz ve umutsuz...
Her şey mevcut lakin ruhumuz ortalıkta görünmüyor erenler.
Evlerimiz var, arabalarımız var, yazlıklar- kışlıklar her şey gani...
Ancak bunların yanı sıra depresyon, saldırganlık, kavga, yalan, aldatma, entrika, güvensizlik, ilgisizlik, sadakatsizlik, vefasızlık, edepsizlik, riyakârlık ve değerlerde erozyon hat safhaya varmış durumda.
Ademoğlu yalnız ve kimsesiz!
Dostlarım hatırlarsınız çok değil 15 – 20 sene evvel evlerimizde kasetçalar ve radyolarımız vardı.
Tabi bir de şanslı olanlarımızda eski plaklar!
Şimdilerde kafalarımızı gömerek cep telefonlarında, internette geçirdiğimiz zamanların bir bölümünü o vakitler musiki dinleyerek geçirirdik.
Sanki seslerini duyar gibiyim bazı çok bilmiş ekâbirlerin “Aman canım müzik dinleyip de ne olacak” deseler de hepimiz ve birçok ruh bilimcinin ısrarla söyledikleri gibi kaliteli musiki ruhi dalgalanmaları sükûnete çevirdiği gibi kalbi duyguları da pekiştiriyor yarenlerim!
Yetmez mi?
Güzel bir eserin ruhumuzun esrarına damıttığı o duyguları dünyalık nesnelerden hangisi verebilir ki?
Ruha güzel çağrışımlar ve lezzetler katan ezgileri artık dinlemediğimizin, müziğe vakit ayırmadığımızın bilmem farkında mısınız yarenlerim?
Musiki lisanını hayatımızdan atan popüler kültür unsurları günün birinde elbette insanlara kabak tadı vermeye başlayacaktır.
Bu realiteyi biliyor olmanın rahatlığı belki de yüreğime su serpmekte...
Ancak o zaman gelinceye kadar Ademoğlu acaba ruhunu, aklını ve duygularını ne ile teskin edip, nasıl bir eşikten geçecektir?
Diğer yandan kanımca bu teknolojik gürültü ve patırtı en çok sanat erbabını vurdu erenler…
Ne yazılan güfteler, ne yapılan besteler ve ne de söylenen şarkılarda ruh var.
Hala paylaşım ağlarında eski şarkılar, eski şiirler ve eski filmler dönüyor.
Ancak döndürürken hiç kimse sormuyor bunun devamı var mı ya da gelecek mi diye?
Oturup da bu konuya kafa yoranımız olduğunu da sanmıyorum...
Zira kısır bir döngünün etrafında pervane olmuş bedenler ruhlar…
Öylesine gündelik telaşlarda,
Öylesine popüler kültürün sarmalındayız ki…
‘Kurtuluş Yok’ umutsuzluğuna düşüyor bu fakir zaman zaman...
Hâsılı kelam dostlarım tadımız yok artık.
Bu keşmekeş içinde ruhlarımızı nostaljik bir yolculuğa çıkartıp, bir file bulup alsak elimize, sonra bir mahalle bakkalı bulup dalsak, doldursak sonra bıkıp usanmadan geride bıraktığımız unuttuğumuz şeyleri içine yorulmadan!
Bir de kasetçalarımız olsa ve de eskilerden ölümsüz bir şarkı…
Mesela Samime Sanay'dan
“Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç
Çılgın gibi koşarak kırlara uzandın mı hiç “
Ya da Barış Manço ile “Arkadaşım eşşeğe binip” çocukluğumuza gitsek...
Güzel olmaz mı erenler?
Metropol yaşamın meçhule yol alınan sokaklarında yıpranmış ruhlarımız için bir avuntu,
Bir öze dönüş olmaz mı?