Bizler karlı havaların, sisli bulutların çocuklarıydık. Hepimiz severdik biraz hüznü. İçimizde yer yapan hüzünlerimiz olmasa yazamazdık şiirlerimizi, mektuplarımızı... Duygularımızı belirlemezdik en sevdiklerimize. Anlatamazdık şuursuzca sevmenin kutsallığını.
Biz sevdik mi çok severdik, tam severdik. Bazen bir kuşu severdik, bazen bir çiçeği... Yaratılanı severdik, Yaratan’dan ötürü. Ellerimizi açtık mı semaya, verdiklerine şükrederdik gecenin mahzun vaktinde. Zaman, mekân bilmezdi bizim sevgilerimiz. En çokta Hakk’ı severdik, davayı severdik; ana, baba, yar severdik... Biraz umursamaz olanlarımız vardı, ya da öyle gözükmeyi seçerlerdi. Sadece vatan aşkını biliriz biz diye nâra atarlardı ama biz sisli havanın çocukları, hepimizde sebebini anlayamadığımız
bir romantiklik vardı.
Gökten kut dileyip yerdeki mahlû- kata şükreden bir nesildik. Alnımız değdi mi secdeye ukbâya dalardık bir daha dünyaya dönmemecesi- ne. Korku nedir bilmezdik, beşere de minnet eylemezdik. Sevmeyi de sahiplenmeyi de iyi bilirdik. Bir araya geldik mi bir tas sıcak çorbayı paylaşırdık peygamber ocaklarında. Yeri gelir üç-beş lira aramızda para toplar simit, çay yapardık. Aldığımız lezzet hiçbir şeye benzemezdi birlikten kuvvet doğduğunu aynı masaya oturduğumuz zaman iyice anlardık.
Dava arkadaşını kardeşten öte bilirdik. Bazen oturup kalırdık, uzaklara dalar giderdik, nerelere gittiğimizi anlayamazdık. Kimi zaman ak yeleli bir at üzerinde Türkistan bozkırlarında dolaşırdık, kimi zaman Bahçesaray sokaklarında turlardık. Bazen Doğu Türkistan’da Gök Bayrak olurduk, kimi zaman da Kerkük’te hoyrat... Kimi zaman Tebriz’de Şah İsmail’in askeri olurduk, kimi zaman Hoca- lı’da karanfil. Biz Saraybosna’da, Kosova’da, Makedonya’da, Bulgaristan’da, Kıbrıs’ta, Tuva’da, Başkırt’ta olur; hepsini bir bilirdik, biz bilirdik. Azerbaycan’da Kaçak Nebi olur dağları inletirdik, Kırım’da Çora Batır olur zalime korku salardık. Şeyh Şamil’iydik Kafkasların, Ruslara aman vermeyen. Kıbrıs’ın mücahiti, Doğu Türkistan’ın Osman Batur’uyduk zalime zulüm, mazluma yoldaş olan. Ata Hayrullah olduk Kerkük’te Türklüğümüzü haykırdık. Biz Türklük şiânnı benimsedik, nefsimize ket vurmaya çalıştık. Gençliğimizi disko bar köşelerinde ucuz içkilere satmadık. Alnımız ak yaşadık toplumun yitik ahlâkına inat ederek. Töre dedik, devlet dedik, örf dedik. Bizi biz yapan, Türk yapan değerleri ayaklar altına aldırmadık. Çiğnetmedi Âsım’ın nesli yurdunu, sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasinin havarilerine, mizanı bozuk adalet terazilerinin tacirlerine.
Anadolu’nun mâsum yüzüydü bizim çocukluğumuz, köylerinin saflığı, denizlerinin mavisi kadar temizdi yüreklerimiz. Sesleri ırmaklarının şırıltısı kadar gür çıkardı, çivisi çıkmış dünya düzenine. Bir gün seslerini kesti kantarın topuzunu kaçırmış adalet. Darbenin acı yumruğunu devlet aşkıyla dolu yüreklerinin tam ortasına vurdular. Bir yüreklerine vurdular yağlı urganı, bir de boyunlarına. Türk Milleti’nin umutlarını, geleceğini, ufkunu ve en önemlisi de bir neslini mahvettiler.
Zamanla biter sandılar ama biz her öldüğümüzde bin dirildik. Binimiz bir olduk, tek yumruk olduk. Bize biçilen kefenin daha büyüğünü onlara biçmeye ant içtik. Tâ ezelden yemin ettik “Töre’den dönersek, devletten ayrılırsak gök girsin kızıl çıksın!”
Şeyh Edebâli’nin dediği gibi:
“Ey oğul! sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.”