Artık yeni bir yıla girdik. 21. yüzyılın, 2021 yılındayız. İki sene sonra Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlayacağız. Yeni Anayasamızla, yeni sistemimizle konjonktürel dünyaya ayak uydurmak için her türlü gelişmeye ayak uyduran ülkemizde halihazırda hükümet ve muhalefetin tartıştığı konu “türbana karşı mısın, karşı değil misin” konusu…
Konu şu: Eski milletvekili ve bakanlardan Fikri Sağlar, her ne hikmetse durduk yerde bir TV programında mealen “türbanlı hakimin vereceği karardan kuşkum var” diyor. Aslında şunu söylemek istiyor sanırım “türbanlı hakim Ak Partilidir. Ben de Fikri Sağlar’ım. Beni CHP’li olarak tanıdığı için sağlıklı bir karar vereceğini çok düşünmüyorum” diyor. Yani “siyasal İslam’ın” geldiği aşamaya dikkat çekiyor. Tabii ki haddini aşan bir cümle olduğu açıktır. Ve bu konuda da bir girişimde bulunmalıdır. Zaten adalete güvenin olmadığı bir ortamda hakimin türbanlı olup olmadığı çok da önemli değil vatandaş için. Çünkü vatandaş için, adaletin gecikmesi, adaletin istenilen vicdan rahatlığını vermemesi hakimin türban takıp takmamasından çok daha önemlidir.
Peki, Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan buna nasıl bir cevap verdi derseniz o da çok ilginç. Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan, CHP’de, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun ekibinden türbanlı bir Parti Meclisi üyesi için “vitrin mankeni” benzetmesi yaptı. Yani birisi, hakim türban taktığı için kararına güvenemediğini, diğeri de türban takan kadının CHP’de olmasından ötürü inancına güvenemediğinden, vitrin mankeni olduğunu ifade ediyor.
Diğer bir konu da Ayasofya’nın açılması konusu.
Sözcü gazetesi bir manşet haber yapıyor ve 2020’de olan olayları genel bir panorama ile haber olarak sunuyor. “Yasaklar, ekonomik sıkıntılar, depremler, 82 milyonu bunalttı. 2020’den geriye, hatırlamak istemediğimiz bu olaylar kaldı” spotuyla duyuran gazete, 12 tane fotoğraf yayınlayarak “felaket ve gözyaşları” manşetiyle bunların içerisine Ayasofya’nın açılışını da dahil ederek yayınladı. Bu duruma, siyasal açıdan da, sosyolojik açıdan da, psikolojik açıdan da, hangi açıdan bakarsak bakalım yanlıştır. Nitekim ertesi gün bir açıklama yayınlayan Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz, konunun yanlış anlaşılıp, saptırıldığını söylerken “Editoryal hata olarak yorumlanan bu sunumda, Ayasofya'nın açılışına “felaket” demek gibi bir kastımız yoktu.” Dedi.
Bunun karşılığında Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan yine bir açıklama yaptı ve “ben bu gazeteyi almam, siz de almayın” dedi. Ertesi gün birçok kişi bayilerde Sözcü gazetesi kalmadığını ve bulamadıklarını ifade eden açıklamalar yaptılar. Ve de Sözcü o gün de Türkiye’de en fazla satan gazete oldu.
Bu arada antiparantez şunu aktarmadan geçmeyeyim. Daha önce de birkaç yazımda ve sosyal medya paylaşımlarında görmüşsünüzdür; Bendeniz Sözcü ve Akit hiç okumam. Bu iki yayını da mantık olarak birbirinden ayırmam.
Ancak en önemli şeyin adaletli olmak olduğuna da inancım tamdır. Bu adalet anlayışım da benim gibi düşünüyorsa iyidir, benim gibi düşünmüyorsa kötüdür şeklini hiçbir zaman almaz. Yani her Cuma hutbede Nahl suresinin 90. ayetini dinleriz; “İnnallahe ye'muru bil adli…” der orada. Meali “Allah şüphesiz adaleti emreder.” Diye çevrilebilir.
Adalet deyince de, yorumlarda, algılamada adaletli olmak gerekliliğinden bahsedilir. Yani Sözcü de yanlış yapıyorsa, Akit de yanlış yapıyorsa yanlıştır. Yani türbanlı hakimi de eleştirmek yanlıştır, türbanlı CHP’liye “vitrin mankeni” demek de yanlıştır. İşte bunun ikisini de söyleyebiliyorsanız o zaman adaletlisiniz. Aksi halde adaletiniz hiçbir işe yaramaz..
Bu arada son olarak şunu da eklemeliyim. Bizim halkımız, bizim profesyonel siyasetçilerimizden çok daha ilerici ve çok daha adaletli düşünen insanlardır. Politikacılarımız, halkın çok çok gerisinde kalmıştır.
Dostlukla kalın.