Bir insanın yüzde yüz kötü olması veya yüzde yüz iyi olması gibi bir şey düşünülemeyeceği gibi, bir siyasi iktidarın ya da muhalefetin de “mutlak” iyi olacağı düşünülmez. Aslında kısacası “mutlak iyilik” veya “mutlak kötülük” diye bir şey yoktur. Her şeyde iyilik ve kötülük bulunur. Bu gibi durumlara en iyi bakış şekli asgari müştereklerde buluşmak, uzlaşmak, olabilir
Türkiye Cumhuriyeti yönetimine baktığımızda da aynı durum gözükmektedir. Yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine göre Devlet’in iyi yönetildiği ve iyi yönetilemediği tarafları bulunmaktadır.
Uluslararası ilişkiler tarafına baktığımızda ABD’den bağımsız karar alabilen, tüm dünyadaki siyasetlere yön verebilen, “Şu devlet ne der, bu devlet ne yapar” diye düşünmeden Türkiye’nin çıkarlarına göre karar verebilen, işine geldiğinde ABD ile işine geldiğinde Rusya ile işine geldiğinde Çin’le ve diğer ülkelerle kendi ülke çıkarlarımıza göre işbirliği yapan bir ülke konumundayız. Daha evvel yazmıştım; “Mavi Vatan” konusunda atılan adımlar başlı başına bir başarıdır. Sadece Libya ile yapılan anlaşma bile belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü ve başarısını gösteren iyi bir örnektir.
Etrafımıza şöyle bir baktığımızda, Suriye, Irak bölgesi dünyadaki tüm güçlü devletlerin üzerinde hesap yaptığı bir bölge olarak adeta bir savaş alanıdır. İran, adeta fitili yanık bir bomba gibidir. Rusya, tüm dünya üzerinde hesap yapan bir emperyalist ülkedir. Yunanistan, arkasında ABD, İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile hesaplar içerisinde gezen bir ülkedir. Ukrayna’daki, Ermenistan’daki karışıklıkları saymıyorum bile. Kısacası dört tarafımızın birden ateş yumağı şeklinde olduğunu sanırım hepimiz görebiliyoruz. İşte bu şartlarda, uluslararası ilişkilerde ve dış politikada gerçekten, bağımsız ve ülke çıkarlarına uygun kararlar alıp uygulayabiliyoruz. Ve uluslararası ilişkilerde oldukça başarılıyız.
Gelelim iç durumumuza…
Pandemiden önce başlayarak ekonomimiz kötü gitmeye başladı. Pandemi sürecinde bu ekonomik sıkıntılar vatandaşın iyice iliğine işledi. Ve sokaktaki vatandaş ekonomideki kötü gidişattan hiç memnun değil. Ayrıca kendisi ekonomik manada geri geri giden vatandaşımız Ak Parti’ye yakın müteahhit, iş adamı, sanayici isimlerin durmadan para kazanmalarından da artık şikayetçi duruma geldi. Ak Parti’ye yakın olarak bilinen kişilerin “yolsuzluk, haksızlık” dedikoduları oldukça yükseldi. Buna Ak Parti’nin kaybettiği belediyelerdeki, israf, haksızlık ve anlaşılmazlıkların da eklenmesiyle vatandaşın kızgınlığı iki katına çıktı. Mesela Ankara Büyükşehir Belediyesinin daha önce yaptırdığı Ankapark’a 750 milyon dolar harcanması olayında olduğu gibi…
Tüm bunların yanı sıra Ak Parti teşkilatlarının yönetimleri oluşturulurken de, çok daha apolitik, siyasetten uzak, örgütsel faaliyetlerden uzak yöneticilerden oluşması da yapılan icraatların vatandaşa aktarılmasında kesintili bir iletişim oluşturdu. Milletvekilleri de son dönemlerde vatandaştan uzaklaşarak daha çok kendilerinin genel merkezdeki ve parti yönetimindeki konumlarıyla haşır neşir olmaya başladılar.
Yani anlayacağınız, yurt dışında, çok başarılı bir hükümet başkanı; yurt içinde başarısız bir Hükümet Partisi. İşin ilginç tarafı da TV’lerde Ak Partili olarak tartışma programlarına çıkan gazeteci, akademisyen vb. bilenlerin, “hoş görünmek ve ikbal” uğruna vatandaşları irrite etmekten ileriye gitmediği ve bu durumu halihazırda Ak Parti genel merkezinin görememesidir. Veya görüyorsa da önlemini alamamasıdır.
Bir de bu tür uyarılardan artık rahatsız olan bir Ak Parti yönetiminin olması ve de eleştirileri dinleyen Ak Parti’den eleştiriye tahammülü olmayan bir Ak Parti’ye dönüşmenin getirisiyle Başarılı bir Cumhurbaşkanı’na “köstek” olan bir teşkilat haline gelmiştir. Bu başarısızlık da aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tartışılır hale gelmesine yol açmıştır. Başarılı bir lideri taşıyamayan başarısız örgütler hem lideri hem de kendilerini yıpratmaktadırlar. Liderine sahip çıkamayan örgüt, yarın lideriyle yollarını ayırmak durumunda kalırsa ayakta durmakta zorlanacaktır.
Dostlukla kalın.