Aslında bugünkü yazımın ilk kısmını 2017 Anayasa Referandumundan sonra yazmıştım. Türkiye’nin kapitalistleşmeye çalıştığını, bu Anayasa’nın liberal bir anayasa olduğunu, aslında bu anayasayı liberalizme daha yakın sosyal demokratlarla merkez sağ partilerin desteklemesi gerekirken; muhafazakar ve milliyetçi radikal partilerin buna karşı çıkması gerektiğini anlatmıştım. Yani buna göre Ak Parti, BBP ve MHP’nin bu anayasaya itiraz etmeleri, CHP, DP, İyi Parti gibi partilerin desteklemesi gerekirken tam tersi olmasını anlayamadığımı anlatmıştım.
Bugün de Türkiye’deki kapitalistleşme sürecinden bahsetmek istiyorum. Bundan bahsederken de öyle Osmanlı zamanına dönüp tarihsel bilgiler vermeyeceğim. Daha somut ve herkesin genelde bildiği şeyleri hatırlatmak istiyorum.
1950’lerden itibaren Cumhuriyet’in kapitalistleşme hikayesi başlar. Aslında yurdumuzun kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de kapitalist ekonomiye karşı olmadığı gibi, İsmet İnönü’nün de şartlar uygun olsaydı Avrupa ile uyumlu bir kapitalist ekonomiye karşı olmadığını görebilirdik. Hatta şunu söyleyeyim; Atatürk’ün ilkelerinden “devletçilik” ilkesi, kapitalizme karşıtlık adına koyulmuş bir ilke olmadığı gibi bilakis “kapitalist” oluşturmaya aracılık etmek gibi bir misyon bile yüklenmiştir.
1950’lerden itibaren kapitalizm hedefleri Demokrat Parti(DP) ile ilerleme kaydeder. 1950’lerden önce bilhassa 2.Dünya Savaşı süresinde büyüyen ithalat ve ihracat yapanlar, bankerler, tefeciler, esnaf ve toprak ağaları, iktidara muhaliftiler. Bunların yanı sıra küçük memur, fakir köylü(Toprak Reformu yapılmadığı için) gibi ezilen halk da hayatından çok memnun değildi. Ve DP böyle bir ortamda ağa, şeyh, gibi feodal gericilerle birlikte, tefeci, banker gibi ticaret ve maliye burjuvazisinin sözcüsü olarak ortaya çıktı.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na muhalefetten doğan DP’nin kurucularından Adnan Menderes, kapitalist bir toprak ağası, tarım işletmecisi; Celal Bayar ise, Kapital mantığın, 1925’te İş Bankası’nın başına getirdiği, uzun süre İktisat Vekilliği yaptığı temsilcisi değil midir?
Bu düşünceye bağlı olarak DP iktidara geldiğinde toprak ağalığı düzenini korumak adına “Çiftçiyi Topraklandırma Kanununu” rafa kaldırdı. Hazine topraklarını da büyük çiftçilere dağıttı. Hatta topraksız kalan köylü ve çiftçi için, şehirlere göç yolu da bu vesileyle görülmeye başladı (Tabii ki DP’nin başlattığı bu göç sorunu da ayrıca irdelenmesi gereken bir konudur). 1951 yılında yabancı sermayeyi davet eden ilk kanunu da çıkartan DP, bundan memnun kalınmamış olacak ki 1954 yılında “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu” ile yabancılara hiçbir ülkede görülmeyen imtiyazlar tanıdı. Ve 1954’te Amerikalı uzmanlara “Petrol Kanunu” hazırlattırılarak, petrol konusu emperyalizmin önüne atıldı.
İşte Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kapitalistleşme şekli böyle başlar. Bunun adı aslında “emperyalizme bağımlı bir biçimde kapitalistleşme” olarak algılanabilir. Ortaya çıkan gerçek bir kapitalizm değil “dışa bağımlı ve geri” bir kapitalizmdir.
Yarın Özallı yıllardaki kapitalistleşmeye de bir göz atalım. Malum yazı ne kadar uzun olursa okuması o kadar zor olur.
Dostlukla kalın.