“Din vardır ve lazımdır. Bizim dinimiz en makul ve en mantıklı dindir.” Mustafa Kemal Atatürk
TÜRKÇE İBADET ve DİN
Her konuda tartışmayı siyasete dökmeyi başaran toplum, bu sefer de geldi Türkçe ibadet tartışmasına dayandı. Sanki ülkede bir kesim “dinin savunucusu” diğer bir kesim de işi gücü bıraktı “dine saldırıyor”. Böyle bir şey yok. Dindar olmak veya olmamak, bizim ülkemizde, tuttuğun siyasi partiye dayalı değildir. Çünkü dindarlık ölçüsü bellidir. Yani bir CHP’li dindar olup, bir Ak Partili de dindar olmayabilir. Siyasi partiler, “din ölçer” bir işleve sahip değillerdir.
Her neyse gelelim bu tartışmanın çıkış noktasına… İstanbul Büyükşehir Belediyesi(İBB)’nin ev sahipliğinde Evrensel Mevlana Aşıkları Vakfı (EMAV)’nın düzenlediği şebi arus etkinliğinde Türkçe Kuran okunduğu ve Türkçe ezan okunduğu söyleniyor ve bundan sonra olay Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar götürülüp, siyasete alet ediliyor.
Daha evvel yazmıştım şimdi bir kez daha tekrar edeyim; Mevlevi dergahlarına göre, Mevlana anma etkinlikleri ve sema törenleri her yerde yapılabilir ama Şeb-i Arus sadece ve sadece Konya’da yapılabilir. Bir kere İstanbul’da baştan bu gösteri yanlıştır. Bunu söylemek gerekir.
Gelelim Türkçe ezana; İBB’nin yaptığı bu söz konusu etkinliği baştan sona izledim. Bu etkinlikte ezan nerede okunmuştur ben göremedim. Zannedersem olayı provoke etmek isteyen birileri “teşrik tekbirlerini” ezan olarak algıladı ve ezanı Türkçe okudular diye yazdı ve diğerleri de onun ardından gittiler. Bir kere bu gerçeği bilelim.
Asıl konuşulacak konu sanırım burada Türkçe ibadet olsa gerek. Türkçe ibadet olabilir mi, olamaz mı? Bunu konuşalım. Öncelikle, Arapça bir edebi dildir. Yani kültür medeniyetinin dilidir. Birleşmiş Milletler’de kabul edilen 6 resmi dilden biridir. Hani, bilim dini olarak, dünyada Latince kullanılır ya; onun gibi edebiyat dili olarak bilhassa şiir dili olarak da Arapça en önemli dillerden biridir. Ve dolayısıyla Kuran Arapçadır. Aynı zamanda dil açısından edebi bir kitaptır.
Mesela buna en güzel verilecek örnek “ekber” kelimesidir. Arapçada ekber; azametli, ulu, büyük, üstün kelimelerini hepsini simgeler. Allahu ekber denildiğinde, bu hem azametli olmayı, hem ulu olmayı, hem büyük olmayı ve de hem üstün olmayı tarif eder. Ama bunu Türkçe’ye çevirdiğinizde maalesef yerine kullanabileceğiniz bir kelime bulamazsınız. “Allahu ekber” ile “Tanrı uludur”, “Allah büyüktür”, cümleleri aynı anlamı içermez. Dolayısıyla tam olarak yerine koyacağınız kelimeyi bulamazsanız, herhangi bir kelime, bulamadığınız kelimenin yerini tutmaz. Dolayısıyla temelinde dil özellikleri olarak Türkçe ibadet, Arapça ibadetteki sözlerin yerini tutmayacaktır. Buradan yola çıkarak ezanı Türkçe okumaya çalışmak, Kuranı Türkçe tecvitle okumaya çalışmak işgüzarlıktan başka bir şey değildir.
Tabii ki burada şunu söylemeden de geçmeyeyim. Gerek Kuran’ın, gerek ezanın ve gerekse diğer dini olguların Türkçe karşılıklarını bilmek, okumak ve anlamak, “olmazsa olmaz” bir durumdur. Yani her Müslüman, Kuran ne diyor diye anlamalı ve de Türkçe meallerinden yardım almalıdır. Bu tür dernek, vakıf adı altında bu tür işgüzarlık yapanlara da halk olarak gereğini yapmalı ve bu şekildeki, vakıf ve dernek gibi kurumları izlememeli, onların geçim kaynağı haline gelmemelidir.
İşte sorun aslında ilk emirde olduğu gibi “OKU”maktır. Buradaki okumak sistemi okumak, Sünnetullah’ı okumaktır. Yani bir teknik direktörün oyunu okuyup ona göre taktik üretmesidir. İşte “okumak” teknik direktörün oyunu okuduğu gibi bir okumaktır. Bir şeylerin Türkçe okunup okunmaması ibadet sorunu değil, anlama sorunudur.
Bunları iyi anlarsak, neyi, nasıl ve hangi dilde okuyacağımızı da kendimiz belirler, dinen vatandaşı sömürmek isteyen ya da siyasete alet etmek isteyenlerin eline de fırsat vermeyiz.
Dostlukla kalın.