Gazetecilerin toplumun bir adım önünde olması gibi bir gereklilik söz konusudur. (Gerçi bizler arasında da eyyamcı, hamaset uzmanı, bilgi sahibi olmadan fikir yürüten, boş kafalar da vardır ama ben olması gerekeni söylüyorum) Çünkü gazeteciler doğru bilgiye en kısa sürede birinci ağızdan ulaşabilen kişilerdir. Dolayısıyla da yalan-yanlış, kulaktan dolma, kahvehane muhabbeti ile gazeteciliği karıştırmamak gerekir.
Söylediğim gibi gazeteciler toplumun bir adım önünde olmalıdır. Ve de topluma yasal gerçekleri aktarmalıdırlar. Hamaset, eyyamcılık gazetecilerin işi olmamalıdır. Gazeteci cehaletten yana olamaz.
Siyaset ve gazetecilik birbiriyle çok ilişikli iki konudur. Siyaset kurumu, halkı yönetirken gazetecilik kurumu da halk adına bu yönetimin denetçisi olan kurumlardan biridir. Ama şu bir gerçektir ki bu iki kurum da demokrasi adına “olmazsa olmaz” kurumlardır. Ülkenin yönetimi illaki siyaset kurumu tarafından olacaktır. Bunun demokrasilerde başka bir yolu zaten yoktur. Dolayısıyla siyasete ne kadar güvensek de güvenmesek de kurtuluş yolunu belirleyecek olan yine siyaset olacaktır.
Demek ki kurtuluş yolu siyasetteyse bizler vatandaşlar olarak siyasi seçimlerimizi ve belirlemelerimizi çok daha dikkatli yapmamız gerekiyor. Yani aslında iş halk olarak yine bize düşüyor. Eğer halk olarak ne istediğimizi bilerek, nasıl yönetilmek istediğimizi düşünerek seçim yapıyorsak, o zaman ona göre de sonuç alacağımızı unutmamalıyız.
Mesela bir parti kuruluyor. İlk baktığımız şey partiyi kimin kurduğu. Falancanın partisi diyoruz ve o falanca kişi nedeniyle partiye destek veriyor ya da vermiyoruz. Ali Babacan’ın partisi, Ahmet Davutoğlu’nun partisi, Ümit Özdağ’ın partisi, şimdilerde de Yavuz Ağıralioğlu’nun partisi… Bu partileri bu şekilde tanıyoruz. Halbuki partilerin kimlikleri, tüzük ve programlarıdır. Nasıl bir tüzüğe, nasıl bir programa sahip asıl bakılması gereken konu bu olmalıdır.
Bir kişiyle sohbet ediyoruz kendisinin muhafazakar olduğunu söylüyor ama savunduğu parti program olarak liberalizmi savunan bir parti. Olacak iş mi?
İşte bu cehaletten kurtulmadan ülkenin kurtulacağını düşünmek hayal kurmaktan öteye gitmez. Vatandaş seçim yapacak ama seçeceği partiyi tanımıyor. Tanımak diye bir kaygısı da yok.
Vatandaş neye göre, hangi partiye, ne için oy verecek? Ahmet Davutoğlu çok kötü bir insan da Yavuz Ağıralioğlu ondan daha iyi bir insan mı? Veya kim iyi insan kim kötü insan vatandaş nereden bilecek? Ak Parti 2002’de vatandaşın büyük teveccühünü aldığında Fethullah’ın kadroları Ak Parti’yi doldurmuştu. Aradan 15 yıl geçince görüldü ki bu Fethullah kadroları hainmiş.
İşte eğer kişilere göre partileri değerlendirirseniz kişiler değişebilir. Bu yüzden partilerin programlarına ve tüzüklerine bakmak zorundasınız.
Gerçek CHP’liler, şimdilerde yeni CHP’lilere işte bu nedenle kızıyorlar. Atatürk’ün kurduğu, istediği, hedeflediği CHP ile şimdiki CHP arasında dağlar kadar fark var. “Yeni CHP’liler” kendilerine göre Amerikancılığı Batı uygarlığı, terör milliyetçiliğini ulus milliyetçiliği, sistem karşıtlığını devletçilik, sınırsız özgürlüğü cumhuriyetçilik, İslam karşıtlığını laiklik olarak algılıyorlar.
Halbuki, Atatürk’ün uygarlık dediği, Dünyada bir ilki başaran “Bayraktar TB3’tür”. Üretilen SİHA’dır, İHA’dır. Yani sanayi üretimidir. Emperyalizmle kucak kucağa olmak değil, Emperyalizmin karşısında durmak demektir. Ülkemizin çıkarları doğrultusunda istediğimiz ülkeyle istediğimiz gibi birlikteliklerde bulunmak demektir.
40 yıldır Emperyalizm uşaklığı yapıp, Ülkemize cefa çektiren terörün müsebbibi PKK ve onun siyasi kanadı olduğunu itiraf eden çetelerle işbirliği yapmak değil, onlara karşı en somut mücadeleyi vermek CHP’nin milliyetçiliğidir.
İsteyen insanın, istediği şeye gönül rahatlığıyla inanması ve ona uygun ibadetlerini güven içerisinde yapması ama bunları yaparken bu inançlarını Devlet’in yönetiminin içerisinde amaç haline getirmemesi CHP’nin laiklik anlayışıdır. Kimse kimseyi dini inanışına göre değerlendirme hakkına sahip değildir. Yani “yeni CHP”de olduğu gibi birilerine hoş görünmek için dini motifli fotolar vermek, Devlet yönetme işi değildir.
Yani sözün özü vatandaş partilerin programlarına ve tüzüklerine bakmalıdır. Onu iyi okumalıdır. Daha sonra, bu partilerin yaptıklarına bakmalıdır. Eğer program ve tüzükle; yapılanlar bir uyum içerisindeyse o partiyi desteklemelidir. Aksi halde çıkan sonuçlarda siyaset kurumunu değil kendisini suçlamalıdır.
Dostlukla kalın.