Bir toplulukla otururken siyasete başlama sözlerinden biri siyasetin “yalan” olduğu mavalıdır. “Yalan söyleyemeyen adam siyaset yapamazmış”, “siyaset yalan işiymiş”, “dürüst adamın işi değilmiş” falan filan…
Genelde toplumda bu tür argümanları söyleyenlere baksan aslında bu özellikleri asıl kendisinin taşıdığını da çok net görürsün ama neyse.
Bu tür tevatürleri, saçma sapan kahvehane muhabbetlerini boş verin. Ülkelerin yönetimini siyaset kurumu sağlar. Siyasetçiniz ne kadar “kaliteli” olursa, ülkenin yönetimi de o kadar iyi olur. Peki, kaliteli siyasetçi nereden gelir. O da sizler bizler gibi halkın içinde yaşayan insanlardandır. Yani milletvekillerimizi düşünün. Daha düne kadar çarşıda, pazarda karşılaştığınız, işyerinizde oturup çay kahve içtiğiniz, camide aynı safta namaz kıldığınız, aynı restoranda yemek yediğiniz insanlar değiller mi? Onların sizlerden farkı, onlar milletvekilliğine aday oldu ve seçimde onlara oy verdiniz, seçildiler. TBMM’de ülkeyi yönetiyorlar.
Ama burada bir ara verip, bilgilendirme yapmam gerekiyor. Particiliği siyasetle karıştırmamak gerekiyor. Particiliğin çeşitli dengeleri ve dinamikleri vardır. Ve parti yönetimleri bu dinamik ve dengelere göre hareket eder. Bazen de bu dinamikler partinin kuruluş felsefesiyle ve ideolojisiyle tezatlık gösterebilir.
Aynı zamanda bazı demagojik tavırlarla tabanı diri tutmak da parti yöneticilerinin hareket tarzıdır. Mesela grup toplantısında CHP’ye karşı çok sert bir tutumla uyarı yapan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Özgür Özel’le karşılaştıklarındaki konuşmaları sadece tabanı diri tutmak ama aynı zamanda ortamı germemek için yapılan bir hamle olarak düşünmek gerekir.
Bu tür yaklaşımlar siyasette olduğu gibi aynı zamanda insan ilişkilerinde de sıkça yaşanır. İki kişi konuşurken birisi diğerine hiç katılmasa da söylediklerini kabullenir. Bunun çeşitli nedenleri olabilir, bu nedenlerden birisi de menfaat olarak düşünülebilir.
Aslında siyasetçi bizlerden farklı olmadığı gibi aynı zamanda siyaset de normal yaşamdan farklı değildir. Sosyal hayatımızdaki davranış şekillerimizi aynı şekilde TBMM içerisinde görebilirsiniz.
Sosyal medyanın gündeminde, herkes Özgür Özel-Devlet Bahçeli diyalogunu konuşuyor. Siyasetçilerin ikiyüzlülüğünden, siyasetin ne kadar kötü bir şey olduğundan falan bahsediyorlar. Yukarıda da belirttiğim gibi bundan bahsedenlere baktığınız zaman bunları söyleyenlerin çok dürüst olduğunu falan sanmayın. Bilakis siyasetçi nasıl bizim insanımızsa onu söyleyen de bizim insanımız.
Bizim insanımız neyse siyasetçimiz de, iş adamımız da, esnafımız da hepimiz aynıyız yani. Tas kebabına domuz eti koyan bizim insanımız. Çay ve sumağa gıda boyası koyan bizim insanımız. Manda yoğurduna manda sütü koymayan bizim insanımız. Koyun yoğurdunda inek sütü kullanan; tereyağında bitkisel yağ kullanan; yoğurtta jelatin kullanan; kebapta böbrek ve deri dokusu kullanan; kıymalı börekte soya, bal ve çikolatada ilaç etken maddesi kullanan haysiyetsizler de bizim insanımız. Şimdi bu haysiyetsizlere sorsan onlar da siyasetçileri kötülerler.
Avrupa’da yaşayan dostum anlatmıştı. “Ben yiyeceklerimi Türk esnaftan almam. Yabancı esnaftan alırım. Çünkü kesinlikle kandırmaz. Mesela et alıyorsam söylediği et neyse odur. Bizim esnafımıza gitsek et alsak her şey çıkabilir; domuz eti bile çıkabilir” diye. Yani ne acıdır ki işte Bakanlığın yakaladığı gıda sahtekarlarının içerisinde tas kebabı diye sattığı yiyeceğe domuz eti koyan şeref yoksunu insanlar da bulunmakta. Sanırım bu anlatımda tüm şeyleri özetliyor. Sahtekarlığın üzerine kurulu bir yaşamda kim daha sahtekar yarışına girmek ancak komedi olabilir.
Şimdi bu kadar üçkâğıtçının, dolandırıcının olduğu ülkede milletvekillerini bu konuda eleştirmek bence çok da adil değildir.
Çünkü konu milletvekili-siyasetçi konusu değildir. Konu topyekûn bir ahlak ve dejenerasyon konusudur.
Dostlukla kalın.