Zaman zaman çuvaldızı sanırım kendimize de batırmak gerekiyor. Son dönemlerde maalesef gazeteciler bütün işi gücü bırakıp kendi aralarında tartışmaya başladılar.
Gazetecilik aslında, gazetecilerin haber rekabeti vesilesiyle bireysel bir meslektir. Yani öyle birçok meslek kolunda olduğu gibi “dayanışma içinde” yapılabilecek bir meslek değildir. Hep beraber aynı habere gitseler bile her gazetecinin aklında diğer arkadaşlarından farklı bir haber yaratabilmek vardır.
Eskiden beri gazeteciler arasında bile “kim gazeteci, kim gazeteci değil” tartışması vardır. Aslında buna biraz da rekabetten doğan bir çekememezlik dersek sanırım yanılmayız.
Bu sorunun cevabı çok kolaydır: Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun “gazeteci” tarifini çok net yapmaktadır. “Bu Kanunun şümulüne giren fikir ve sanat işlerinde ücret karşılığı çalışanlara gazeteci denir” tarifi gayet açık bir tariftir ve bu tarifi Devlet’in diğer organları da bu şekilde kabul eder.
Dolayısıyla “şu kişi gazeteciydi, şu kişi gazeteci değildi” gibi bir komplekse kapılmak ancak abesle iştigaldir.
Bir basın yayın organında yemek işlerine bakan birisi, bu kanuna göre gereğini yapıp basın kartını almışsa buna “yok sen gazeteci değilsin” demek ancak cahilliğin ve aşağılık kompleksinin eseri olarak algılanabilir.
Hayatının onlarca yılında kendince haber yapmış ama her ne hikmetse çalıştığı kurumda yukarıda bahsettiğim kanuna göre haklara sahip olmamış bir kişiyi de maalesef Devlet gazeteci olarak kabul etmiyor.
Eskiden tabii ki hasbelkader de olsa gazetecilik yapılabiliyordu. Ama artık İletişim Fakültelerinin de çoğalmasıyla “kalifiye” gazeteci bulma işi de daha kolaylaştı. Bir zamanlar gazeteciler arasında bırakın iletişim fakültesi mezununu, üniversite mezunu bulmak çok zorken şimdilerde iletişim fakültelerinin mezunları bu görevi devralmış ve devralmaya devam etmektedir.
Tabii ki bu arada yukarıda bahsettiğim şekilde “kim gazeteci-kim gazeteci değil” tartışmalarını yapan kişilerin bir müddet de “iletişim fakültesi mezunlarının hiçbir şey bilmediği” tezini ortaya atıp, bunun peşine düşmeleri de aslında sadece yine yukarıda bahsettiğim “kompleksten” kaynaklanmaktadır.
Tabii ki bu tip insanlar artık gazeteciler arasından temizlenmeye yüz tutmuştur. Yani eskiden olduğu gibi bu işi “kurum kimliği” karşılığında yapanlar bu işin sonunun geldiğini gördükçe “gazetecilere” saldırabilirler. Ama korkunun ecele faydası yoktur; bu işi profesyonel manada, bilgi ve birikim sahibi olmadan, “ondan bundan talimatımı alırım, fotoğrafımı çekerim, altına iki satır da yazarım, imla, yazım kuralı falan da bilmem” diyen “toplumsal dalkavuklar” süreç içerisinde yer de bulamayacaklardır.
Pırıl pırıl İletişim Fakültesi mezunları genç ve dinamik kardeşlerimiz bizlerin de yerlerini alacak ve gazeteciliğin onurunu çok daha yükseklere çıkaracaklardır.
İşte o zaman da bu “kim gazeteci, kim değil” tartışması devam etse bile çok daha kaliteli düzeyde yapılacaktır.