Zannedersem bugünlerde Kayseri ilinin çok ismini duyacağız. Kayserililerin çok güzel fıkraları vardır ben de bugün onlardan paylaşayım istedim.
“Padişahın biri, “Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim” demiş. Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalanlara:
Bir tanesi;
- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan? Kuş kartaldır, Aslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii.
Başka bir tanesi;
- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar.
- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii.
Bir başkası;
- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.
Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş. Ama bir gün bir Kayserili gelmiş;
- Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde…”
Kayserililer tabii ki ticaretteki başarılarıyla ünlüdürler. Hatta bir rivayete göre Kayseri’de “kafası çalışmayan” gözüken durumdaki çocuğu okuturlarmış.
“Kayserilinin biri, Amerika’da bir hemşerisiyle karşılaşır. Biraz sohbetten sonra hemşerisi sorar:
-Ne iş yapıyorsun burada?
-Geldiğimden beri ayni fabrikada çalışıyorum?
Arkadaşı hiddetle :
-Ne biçim Kayserilisin sen? Onca zamandır çalış da, çalıştığın fabrikanın sahibi olma!..
-Olamam ya!
-Neden?
-Fabrikanın sahibi de Kayserili de ondan.”
İyi hafta sonları.