Çok sevdiğim bir ağabeyimin tasviridir bu “gölgeler ve suretler”. Yani diyor ki insanlar gölgeler ve gerçekler olarak ikiye ayrılır.
Mesela bir kişi çıkıyor diyor ki “sen şöyle iyisin, böyle iyisin, şunu yapalım, bunu yapalım” türlü ifadelerle destek olmaya çalışıyor. Ancak sonra bir bakıyorsunuz bu adam dediklerinin hiçbirini yapmadığı gibi adam yanınızdan uzaklaşmış bile…
İşte o adam gölge olarak bir şeyler söylüyor veya içinden geçenleri söylüyor ancak onu asıl yöneten “gerçek” kişiler “olmaz” dedi mi her şey bitiyor. Çünkü o sadece bir “gölge” ve onu yöneten “gerçek” ne derse o oluyor.
Hayatımızda bu tür insanlarla çok karşılaşırız. Hele politikada…
Meclis’te görev yapan politikacılarla bire bir konuştuğunuz zaman hepsinin aslında ne kadar doğru, ne denli halk lehine düşündüğünü görürsünüz. Ama bir bakarsınız ki iş Meclis’teki oturumlara gelince el kaldırıp indirmeyi geçmez.
Bunun minnet kısmını bir başka tarafta tutuyorum. Minnetten arda kalan kısma dikkat çekmek istiyorum. Siyasi irade bir kurum müdürünü göreve atıyor. Daha sonra bu göreve atadığı müdürden her istediğini yapmasını bekliyor. Ve öyle bir hale geliyor ki, müdür göreve gelmesinin müsebbibi nedeniyle neredeyse kurumun işlerini yapamaz duruma geliyor.
Bu müdürden kurumla ilgili bir şeyler bile istesen artık öyle bir hale geliyor ki, onu o göreve getirenler onay vermeden normal rutin işleri bile yapamaz duruma geliyor. İşte o müdür sadece “gölge” görevi yaparken kendisi belki de farkına bile varmıyor.
Siyasette bilhassa vardır ya “o şunun adamı, bu bunun adamı” gibi söylemler. İşte önemli olan birilerin adamı olmak değil aslında. Asıl olan kendi inancımızın adamı olmaktan başka bir şey değil.
Burada önemli olan ne gölge olup birileri tarafından kullanılmak ne de gerçek olup birilerini kullanmak. Birilerini kullanmayalım ama kendimizi de kullandırmayalım. Aksi halde birilerini kullanmaya çalışanlar zaman gelir kendileri de birileri tarafından kullanıldığının farkına varamazlar.