“Güneş balçıkla sıvanmaz” diye bir atasözü vardır. Yani ne yaparsanız yapın gerçeklerin üstünü örtme şansı yoktur. Ülkemizin ekonomisinin iyi olduğunu söylesem sanırım herkes bunun doğruları yansıtmadığını, tarafgirlik yaptığımı söyleyecektir.
Bunun gibi bir konu daha var. O da ülkemizin eğitim konusudur. Eğitim konusunun iyi yürüdüğünü söyleyecek sanırım hiç kimse çıkmaz.
İlkokuldan başlamak üzere ilk, orta ve lise eğitiminde defalarca sistem değişmiştir ve bu sistem değişikliklerinin her seferinde ceremesini öğrenciler çekmiştir. 2002 yılında Erkan Mumcu ile başlayan Milli Eğitim Bakanlığı furyasında Hüseyin Çelik, Nimet Baş, Ömer Dinçer, Nabi Avcı, İsmet Yılmaz, Ziya Selçuk, Mahmut Özer’le birlikte 9. Bakanımız Yusuf Tekin’dir. Bu bakanlar içerisinde en uzun görev yapan 6 yılla Hüseyin Çelik’tir. Diğer bakanlar 2 yıl, 3 yıl gibi görevler yapmışlardır ki bir Milli Eğitim Bakanının 2-3 yılda nasıl bir sistem kurabileceği zaten tartışılacak bir konudur.
Yani yanlış bile olsa bir sistem oluşturup bunu istikrarlı bir biçimde yürütmek bile daha başarılı bir eğitim sistemi olabilirdi. Ancak bu süreçteki değişikliklerden malumunuz olacağı üzere hep öğrenciler zararlı çıkmıştır.
Hani şimdilerde gençlerin yetişmesiyle ilgili sitemlerde bulunanlar oldukça fazla ya, işte bu eğitim sisteminin oturamamasından kaynaklanan zararları öğrencilerin çekmesinin en güzel örneğidir.
Şimdi haziran ayından bu yana Bakan Yusuf Tekin yine eğitim sisteminde bir takım değişiklikler yapmaya çalışmakta. Mesela çok anlamsız olan “sınıfta kalmanın” kalkmasını tekrar getirmeye çalışıyor. Ki bunun gibi güzel adımlar atılmakta. Ama umut edelim ki bir Milli Eğitim Bakanı değişikliği daha yaşamayalım. Burada yeni müfredatı falan tartışmayacağım. Çünkü her zaman müfredatta doğru bulunan ve yanlış bulunan maddeler olmuştur. Ancak şu uyarı bir gerçektir; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Milli Eğitiminde tarikat-cemaat belirleyiciliği hiçbir zaman olamaz.
İlkokul, ortaokul ve lisede eğitim temeli olmayan öğrenci üniversiteye de bu şekilde gelmektedir. Üniversite eğitimlerimiz de zaten çok gurur verici durumda değildir. Öğrenemeyen çocuk, eğitilemiyordur da ve de sonuçta bir eğitim sistem kargaşası içerisinde üniversiteye dahil olmaktadır. Mesela liseden, üniversiteye gelen çocuğun yabancı dil bilgisi bir özel okulda okuyan ilkokul öğrencisi düzeyindedir. Hadi ilkokula itiraz edenler olursa ortaokul diyelim…
Üniversitelerin de fiziki şartlarına baktığımızda 200’ün üzerinde Devlet Üniversitesi vardır. Bunların çoğu bir lise şartlarında ders yapmaktadır. Yani kaçında “amfi sınıf” vardır araştırmak lazım. Ve hala da sırada açılmayı bekleyen üniversiteler olduğu da konuşulmaktadır.
İlimizde 5 tane üniversite vardır. Bunlardan 3’ü Devlet üniversitesi, 2’si vakıf üniversitesidir. Selçuk ve Erbakan Üniversiteleri neredeyse birbirine denk durumdadır. İki üniversitede de neredeyse aynı akademik bölümler bulunmaktadır. Güzel Sanatlar, Sağlık Bilimleri, Mühendislik, Mimarlık, Diş Hekimliği, Eğitim, İlahiyat, Hemşirelik, Turizm, Fen, Hukuk, İletişim, Ziraat, Veterinerlik, Tıp gibi bölümler iki üniversitede de hizmet vermektedir. Ayrıca Konya Teknik Üniversitesi teknik üniversite olması nedeniyle sosyal bölümler bulunmamasına rağmen mühendislik, mimarlık gibi bölümler üç üniversitemizde de bulunmaktadır.
Halbuki bu üniversitelerin arasında yapılacak bir koordinasyonla, aynı bölümlerle hizmet vermektense Konya’da bir üniversitede olan bölüm diğer üniversitede olmaması buradaki gücü ikiye katlayacaktır. Mesela Türkiye’nin en iyi İlahiyat fakülteleri arasında olan NEÜ İlahiyat Fakültesi varken, Selçuk Üniversitesinde de açılması doğru bir uygulama olmamalıdır. Veya Türkiye genelinde çok iyi bir konumu olan SÜ Veterinerlik Fakültesi varken NEÜ’nün veterinerlik fakültesi açması eğitim gücünün ikiye bölünmesini sağlamaktadır. Ki Teknik Üniversitede Mühendislik ve Mimarlık fakülteleri varken diğer üniversitelerde de aynı fakülteleri açmaya çalışmak çok da öğretim amacına uygun olduğunu düşünmemekteyim.
Aynen atıl durumda olan Gıda ve Tarım Üniversitesi olduğundan Konya’ya çok gerekli olan Tarım Üniversitesinin kurulamaması da ayrı bir koordinasyonsuzluk örneğidir.
Geçtiğimiz günlerde Beştepe’de yapılan eğitim zirvesinde bu tür konuların konuşulmasının aslında güzel bir adım olduğunu da belirtmeliyim. Buna göre müfredatlar üniversitelerde de ele alınacak. Bazı seçilen üniversitelerin ihtisaslaşması sağlanacak. Mesela mühendislik eğitimi verilen bir üniversitede sosyal bilimler eğitimi olmayacak. Sağlık, mühendislik ve sosyal bilimler alanında aynı üniversite eğitim veremeyecek.
ABD ve İngiltere’deki marka üniversitelere benzer eğitim sistemlerinin uygulanması olanakları da araştırılıyor.
Hazır, üniversitelerde bu sistem değişikliği konuşulurken, aslında, 1924 Anayasası’nda belirtilen Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun günümüze uyarlanması ile üniversite öncesi öğretim için uygulanması da konuşulup “maarif sistemimiz baştan aşağıya değiştirilebilir. Bu da en azından bundan sonraki neslin eğitim açısından kurtarılmasını sağlayabilir.
Dostlukla kalın.