Devlet’in memurları
"Devlet’in memurları” dediğimizde hep insanların aklına Devlet kurumlarında çalışan, genelde vatandaşla karşı karşıya olan, gişe memuru gibi görevlerle karşımızda gördüğümüz çalışan vatandaşlarımız aklımıza gelir. Ama bilirsiniz ki, bir Devlet kurumunun başındaki il müdürü, bölge müdürü, genel müdür gibi kişiler de Devlet memurudur.
Günümüzde artık eskisi gibi müdür-memur arasında bir statü sorunu veya “hiyerarşik ram” mevzusu pek kalmamıştır. Hele ki bilhassa Ak Parti iktidarı süresince “Devlet’in halk için olduğu” ve Devlet’in temsilcileri valilerin bile halkla iç içe olması gerekliliği vurgulanmaya çalışılmıştır. Daha önceki, Devletteki statükocu ve elitist yapı bilhassa bu iktidar tarafından önlenmeye çalışılmıştır.
Ama maalesef ki hâlihazırda, 18 yıldır önlenemeyen konular vardır. Mesela Devlet kurumlanma sosyal tesislerine gidersiniz, bakarsınız; müdürlerin yeriyle, diğer çalışanların yeri ayrıdır. Yani Müdür Bey, diğer çalışanlarla aynı yerde oturup yemek yiyemez. Ama Türkiye’nin en büyük ve en etkili şirketlerinden birinin Sahibi Tahir Büyükhelvacıgil öğlen yemeğinde çalıştırdığı işçilerle oturur fabrikanın yemekhanesinde yemeğini yer. Ak Parti iktidarı, gitmeden, bu sorunu kesinlikle çözmelidir. Bir Devlet Kurumu’nun müdürünün, diğer çalışanlardan farklı olarak bir ayrıcalık beklemesi yanlıştır. DSİ’ye, Karayolları’na, veya başka bir kuruma gittiğinizde göreceğiniz şey müdürün ayrıcalıklı olmasıdır. Bu da doğru bir uygulama değildir. DSİ’nin çok güzel bir sosyal tesisi, çok güzel bir restoranı vardır. Ve de bu restoranın içerisinde bölge müdürüne ait ayrı bir oda vardır. Müdür Bey geldiğinde tabiri caizse “halkın arasına” karışmaz, o odada yemeğini yer, misafirlerini ağırlar. Bu uygulama hem Ak Parti iktidarının uygulamalarına hem de Yeni Türkiye’nin mantığına aykırıdır.
Bunu bitirmek şarttır.
Tabii ki bunu yazdıktan sonra diğer bir devlet memuru türü olan Devlet üniversitelerinin rektörlerinden bahsetmezsek diğer müdürlere haksızlık etmiş oluruz.
Devlet üniversitelerinin rektörlüklerini de hiç anlayamamışımdır. Rektör’ün, rektörlük odası emrinde o kadar çok elemanı vardır ki, bunu sebebini anlamak imkansızdır. Rektörün koruması, rektörün şoförü, rektörün odacısı(çaycısı) gibi emrindekileri biliyoruz. Bunun dışında rektör ziyaretinde bulunanlar muhakkak görmüşlerdir; rektörün özel kalem müdürü olur. Ama bu özel kalem müdürüne ulaşabilmeniz için 2-3 tane özel kalem müdürü sekreterinden geçersiniz. Yani işi; üniversite öğrencilerinin iyi öğretim alarak, refah içerisinde okuyup, diploma almasını sağlamak olan bir “üniversite müdürü'nün etrafını çevrelettiği onlarca kişiyle ne iş yaptığı konusunu işin doğrusu ben çözemiyorum.
Hele ki, normalde bir kişinin yapacağı iş için özel kalem müdürü ve de özel kalem müdürü sekreteri ve de onun da sekreteri gibi bir istihdamı anlamanın imkanı yoktur.
Her fırsatta savunduğum konu zaten rektörün akademisyenlerden olmamasıdır. Çünkü rektör profesörlük payesi almış bir akademisyendir ve Devlet o aşamaya gelene kadar birtakım maddi ve manevi yatırımlar yapmıştır. Dolayısıyla bir profesöre düşen görev de “işletmecilik” yapmak değil; bilakis akademik çalışmalar yapmak olmalıdır. Üniversiteyi yönetmek için bir işletmeci veya kamu yöneticisi yeterli olabilir. Böylelikle profesörlerimize de akademik çalışma yaparak ülkeye katkıda bulunmaları imkanı verilebilir.
Gazeteciliğimiz süresince onlarca rektör gördük, yüzlerce müdür gördük. Bunların içerisinde görevleri bitince kimsenin yüzüne bakmadığı insanlar da gördük, çok sevilip, el üstünde tutulanlar da gördük. Dolayısıyla bu görevler gelip geçici görevlerdir. Önemli olan kendini tecrit etmek ve ulaşılması zor bir hale getirmek değil, bilakis vatandaşla, çalışanlarla bir arada olabilmektir. Rektörken veya müdürken bunu sağlarsanız, rektörlük veya müdürlük görevi bittikten sonra da insanlar sizi rektör gibi, müdür gibi karşılayıp saygı duyarlar. Ama bunu sağlayamazsanız göreviniz bittikten sonra kimse yüzünüze bakmaz, benden söylemesi...
Dostlukla kalın.