Deprem yarın olacak!
Farkında mısınız, neredeyse her gün yeni bir konuyla uyanıyoruz. Son günlerin konusu da deprem…
Aslında afetler konusunda düşünce tarzı, afetlerin olup olmayacağı değil, afetlerden nasıl korunacağı olmalıdır.
Ülkemizde çok fazla yağış alan yerler vardır. Bu yerler bundan sonra da çok fazla yağış almaya devam edecektir. Dolayısıyla sel olma olasılığı her zaman vardır. Bunu engelleme şansı maalesef yoktur. Ama sel olacağını bilerek buna karşı önlemini almak hepimizin en öncelikli görevidir.
Ülkemizin bulunduğu konumda faylar olduğu ve bir deprem bölgesi olduğu da kesindir. Dolayısıyla deprem olma olasılığı da oldukça fazladır. Ve de depremler her zaman olacaktır. Gerek millet olarak gerek Devlet olarak yarın deprem olacağını düşünerek hareket ederek önlemimizi almalıyız.
Hani dillere pelesenk olmuş bir cümle vardır ya: “Deprem öldürmez binalar öldürür” diye, işte bunu düşünmemiz gerekir.
Tabii ki burada önlemleri, neler yapılması gerektiğini ve benzeri konuları yazmayacağım. Her biriniz bu önlemleri benden çok daha iyi biliyorsunuz. Ama burada yazmak istediğim hani “iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırma” mantığında olduğu gibi, önce şahıslar olarak kendi hatalarımıza bir göz atmamız gerekir.
Bir müteahhit inşaat yapmaya başlar. “Nasıl olsa resmi işlemleri yaparım” diye “kervan yolda düzülür” mantığıyla binayı yapmaya başlar. Bina biter. Ruhsat işlemleri devam eder. Bu arada bu arada binaya oturumlar başlar. Bu binadaki evler satılır, alıcılar satın alır, içine gereken tadilatlarını yaptırıp, otururlar ve o binada bir apartman yaşantısı başlar ama halihazırda oturma izni çıkmamıştır. “Nasıl olsa çıkar…”. Acaba Konya’da oturma izni (sanırım iskan izni deniliyor) olmayan ama oturulan kaç bina vardır?
Bunun dışında insanlar binaya otururlar. Ama nedense istediğimiz gibi bir mülk almak yerine aldığımız mülkü isteğimize göre çevirmeye bayılırız. Orasını yıkarız, burasını ekleriz, şurasını kırarız vs. Ondan sonra da bu güçsüzleştirmeyi yaparken başkalarına da suç bulmak isteriz.
Daha uzatmayayım, buraya kadar kişisel menfaatlerimizin ön plana çıkmasıydı. Bir de yerel iktidarlar konusunda beklentilerin yetersizliğini görelim. Mesela acaba Konya’da hiç şantiyesine bile gidilmeden belediyeden alınan inşaat veya iskan ruhsatları var mıdır?
Aynı inşaatı yapan iki müteahhitten belediyeye yakın olan bir tanesi çok kolay ruhsat alırken acaba çok yakın olmayan diğer müteahhit ruhsatı daha zor mu almaktadır?
İşte hemencecik akla gelen bu iki konu bile depremlerde veya diğer felaketlerde karşılaşacağımız sorunların ne kadar büyük olabileceğini göstermektedir. Dolayısıyla Öncelikle her bir vatandaş kanunlara riayet etmeyi ve hakkına razı olmayı bilecek. Belki de en temelde yapılması gereken konu da bu. Eğer herkes aynı kanundan aynı oranda yararlanabilirse o zaman zaten kimsenin itiraz edebileceği bir konu da kalmayacaktır.
İşte konunun başına dönecek olursak; Kanunlar herkese eşit işlerse, herkes kanunlara riayet ederse, Devlet kanunlarının kontrolünü yaparsa, belediyeler üzerlerine düşen kontrol vazifelerini herkese eşit biçimde yaparlarsa, o zaman doğal afetlerin ne zaman olacağını değil, önlemlerinin nasıl işleyeceğini konuşuruz.
Japonya depremle yaşamayı sağlayabilmişse, biz Türkiye’de her halükarda bu depremle yaşama düşüncesine alışabiliriz.
Ama biz öncelikle demokrasi ve hukukun hakim olduğu bir ülke düşüncesini de kafalarımıza yerleştirmek zorundayız.