Cumhur ittifakı Sapasağlam ayakta
Bugün de yine birkaç konuya birlikte değinmeye çalışayım.
Öncelikle kısa bir hatırlatma yapmam gerekiyor. 20 Ocak 2017 tarihinde TBMM’de yapılan oylamada 339 oyla referandum kararı alınmıştı. Ardından 16 Nisan 2017’de referanduma gidilerek Anayasa’nın 18 maddesi değiştirilmişti. Buna göre de hem yürütmenin hem de devletin başı Cumhurbaşkanı olmuştu. Yani tabiri caizse Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bakanlar, Cumhurbaşkanı sekreterliği gibi; cumhurbaşkanlığına bağlı diğer kurul ve komisyon görevlileri de danışman gibi çalışacaklardı. Cumhurbaşkanı, istediğini bu görevlere atayabilir ve istediklerini de görevden alabilirdi. Buradaki tüm mesuliyet ve inisiyatif de Cumhurbaşkanına aittir. Ve de şu anda uygulanılan sistem budur.
Bülent Arınç, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesidir. Bu göreve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanmıştır. Bu yönüyle, sadece cumhurbaşkanına karşı sorumluluğu vardır. Zaten bu sistemde bakanların, danışmanların, kurul üyelerinin tek sorumlu olduğu mercii Cumhurbaşkanıdır. Ve o nedenle de Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta “sorumlusu benim” diye açıklamalarda bulunmaktadır.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı eğer ülkede güzel giden bir şeyler varsa da, kötü giden bir şeyler varsa da müsebbibi Cumhurbaşkanıdır. Yani bir vatandaş olarak benim muhatabım bakanlar veya danışmanlar değil, Cumhurbaşkanıdır. Eğer ülkenin gidişatından memnun isem bunun için övgüde bulanacağım yer Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Eğer ülkenin gidişatından memnun değilsem, eleştiride bulunacağım yer de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. “Bülent Arınç şunu söyledi, Bakan bilmem kim bunu söyledi, danışman bilmem kim şunu açıkladı” tartışmaları sadece abesle iştigaldir.
Bülent Arınç’ın önce Konyamızın güzide televizyonu Kanal 42’de genç gazeteci arkadaşlarımıza yaptığı açıklamalar ve daha sonra ulusal bir televizyonda yaptığı açıklamalar kendi fikirleriyse de, Cumhurbaşkanı’nın fikirleriyse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dilinde canlandırılmadıktan sonra hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Dolayısıyla da, tartışılacak bir tarafını göremiyorum.
HDP, kendisinin terör örgütüyle bağlantısını defalarca teyit etmiş olmasına rağmen zaten TBMM’de bulunuyor olması büyük bir handikaptır. Yani dünyanın hiçbir yerinde, sistemin değiştirilmesi için sistemi kullanan bir demokrasi çeşidi yoktur. Yani demokrasinin arkasına sığınarak, terör örgütüyle bağlantılı olacaksın ve bu bağlantını saklamaktan imtina bile etmeyeceksin, akabinde de sisteme kafa tutup, “demokrasi” diye sistemi yıkmaya kalkacaksın. Buna da Devlet seyirci kalacak. Böyle bir demokrasi de, böyle bir devlet de dünyada yoktur.
Bunu söylerken, Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın ve hatta daha ileri bazı hamlelerin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılması siyasette garipsenecek bir durum da değildir. Bu iki ismin de hukuk çerçevesinde salıverileceği durumu çok da anormal bir durum olarak görmüyorum.
Burada garipseyeceğim konu, bundan ötürü MHP ve Ak Parti’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın çatırdayacağı veya bozulacağı düşüncesidir. Böyle bir düşünce olasılığı gözükmemektedir. Çünkü her şeyden önce MHP’nin tutumu “egemen devletin” tutumuyla çok fazla değişmez. Mesela Apo’nun yakalanıp getirildikten sonra idamına engel olan Hükümet’e karşı ne yapılmıştır? Veya son İstanbul yerel seçimlerinde Osman Öcalan’ın TRT’ye çıkarılması Ak Parti ile MHP’nin ilişkilerini tartıştırmamıştır bile…
Daha ilginci, bu ilişkiyi MHP’nin bozacağından çok bozmaya Ak Parti’nin daha yakın olduğu düşüncesindeyim. Çünkü MHP iyiden iyiye zayıflamış, Ak Parti-MHP birlikteliğinin yüzde 50 oy alma olasılığının çok zayıf olduğu gözlenebilmektedir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzde 50 oy için muhakkak bazı hamleler yapması gerekliliği ortadadır. Mesela İyi Parti ve Ak Parti beraberliği oy olarak Cumhur İttifakı’nın oyundan fazla olma olasılığı gözükmektedir.
Burada MHP’nin Alaaddin Çakıcı girişimini de MHP’nin güçlenip toparlanacağı bir hamle olarak gördüğümü de belirteyim. Devlet Bahçeli ile ilerlemesi iyiden iyiye yavaşlayan MHP’nin bundan sonraki dönemde “5 Mayıs 1980’de öldürülen ülkücü Ali Çakıcı’nın oğlu” Alaaddin Çakıcı ile daha toparlanabileceğini düşünmek yanlış olur mu?
Tabii bu durumları ilerleyen süreçte göreceğiz. Ama en azından tarihe bir not olarak bazı değerlendirmeleri yapmakta yarar gördüm.
Dostlukla kalın.