Çarşıda-pazarda halkla konuşacak olursanız siyaseten şöyle bir tespit duyabilirsiniz: “Yahu neyse ki Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilmemiş.Seçilseydi bunlar birbirlerini yiyeceklerdi herhalde.” Tabii bunu daha farklı kelimelerle ifade edenler de var ama konuyu dağıtmayayım.
Seçimlerden önce “düşmanımın düşmanı dostumdur” düsturunun sol bir partiye yakışmayacağını söylediğimde CHP’liler bana hesap çıkartıyor; “eğer böyle bir masa birleşmesi olmazsa seçimi kazanma şansı olmayacağını” ifade ediyorlardı. Halbuki CHP kendi ilkelerini politika olarak ortaya koysa yine ilk turda ikinci aday olarak çıkacaktı. İkinci turda da zaten “düşmanımın düşmanı dostumdur”cular Erdoğan’ı desteklemeyecekleri için Kılıçdaroğlu’nda birleşeceklerdi. Belki Kılıçdaroğlu yine kazanamayacaktı ama en azından CHP’li moral bulacaktı, Meclis’te belki aynı sayıda vekil çıkacaktı ama en azından vekillerin çoğu CHP’li olacaktı. Vs. vs.vs.
Bununla ilgili diğer bir konu seçimin kaybedeni meselesidir. Seçimde sadece CHP ve onun genel başkanı Kılıçdaroğlu kaybetmemiştir. İyi Parti ve onun genel başkanı Akşener de kaybetmiştir. Gelecek Partisi ve genel başkanı Davutoğlu da, DEVA partisi ve genel başkanı Ali Babacan da, Saadet Partisi ve genel başkanı Karamollaoğlu da, Meral Akşener’le miting gezme sevdası yaşayan Mansur Yavaş da, mitinglerde kendisini Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak tanıtıp, Davutoğlu’nun memleketi Konya’da, Davutoğlu yerine kendisi miting yapmaya kalkan İmamoğlu da kaybetmiştir. Ama sonuçta bu kaybedenler “Kılıçdaroğlu sen kaybettin değişim istiyoruz sen git” demektedirler. Altıgen masa ve 2 belediye başkanı seçimi kaybetmiştir ama değişecek olan Kemal Kılıçdaroğlu olacak. Bunun neresinde mantık var?
Ekrem İmamoğlu “küpe girmeden sirke olmaya” kalkmıştır ve Belediye Başkanlığını da ağzına yüzüne bulaştırmış, CHP siyasetini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını bile kazanamayacak duruma getirmiştir. Ne değişimi istemektedir? “Ben nasıl olsa İstanbul’u tekrar kazanamayacağım, bari Kılıçdaroğlu genel başkanlığı bıraksın da ben geleyim” değişimini istemektedir.
Şimdi CHP tabanına büyük görev düşmektedir. Olayları geçmişten bugüne çok iyi tahlil etmesi gerekmektedir. Bakın 1989 yerel seçimlerinde çok da iddialı olmayan SHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığına Murat Karayalçın’ı göstermişti. Murat Karayalçın, eski milletvekillerinden Uluç Gürkan’ın da anlatımıyla Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde sağcı öğrencilerin kurduğu Hür Düşünce Kulübünün öğrenci temsilcisi adayı olarak sol öğrencilerin adayı Uluç Gürkan’a karşı yarışmıştı. Her neyse o zamanki konjonktürde SHP 1989 Yerel seçimlerinde birinci parti oldu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı da Murat Karayalçın olmuştu. Ankara, İstanbul gibi büyükşehirlerin belediye başkanları tabii ki hepinizin malumu olacağı üzere popüler belediye başkanlarıdır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da o dönemde Nurettin Sözen seçilmişti. Nurettin Sözen CHP kültüründen gelen bir belediye başkanı olarak popülist yaklaşımlarda olan bir belediye başkanı olmadı ve görevini yapmaya çalıştı. Murat Karayalçın çok daha popülist davranarak SHP tabanını da etkiledi. 1993’te olağan genel kurula giden SHP’de siyaseti bıraktığını ve aday olmayacağını açıklayan Erdal İnönü’nün yerine Murat Karayalçın genel başkan seçildi. Bu arada SHP tabanının popülizme kurban gittiğini de açıkça belirtmeden geçmek istemiyorum. Aydın Güven Gürkan gibi, Yüksel Çakmur gibi CHP ekolünde yetişen, Türkiye’de yer etmiş solcular yerine sağdan gelen bir genel başkan seçmek popülizme kurban olmaktan başka bir şey değildir.
Murat Karayalçın daha sonra 1993’ten 1995’e kadar Tansu Çiller Başbakanlığındaki hükümette Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcılığı görevinde bulundu. O dönemi bilenler hatırlayacaktır. Murat Karayalçın 5 Nisan kararlarının ve memura komik zammın açıklandığı yıllarda Tansu Çiller’in yanında oturan başbakan yardımcısıydı.
Ve o dönem yüzde 14 oyu olan SHP, yüzde 4,5 oyu olan CHP ile 1995’te birleşti. Murat Karayalçın’ın siyasi hayatı da aslında bu kadar sürdü. Baykal CHP’nin genel başkanı oldu. Karayalçın’a da Samsun’dan milletvekilliği düştü. Ondan sonra da Karayalçın’ı aktif siyasetin içerisinde çok fazla göremedik. Çünkü popülizm geçici olarak sizi bir yerlere taşır ama bunun devamlılığını sağlamak emek ister.
Şimdi Ekrem İmamoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu arasında kalanlar çok açık ve net bu popülizmin etkisinde olanlardır. Aynen SHP döneminde Karayalçın genel başkan olsun diyenler gibi şimdi de aynı mantıkla İmamoğlu genel başkan olsun diyenler ortaya çıkmıştır. Halbuki CHP’de popülizmle değil emek, bilgi ve birikimle genel başkan olunacağını unutan CHP’lilere hatırlatmak gerekir. Bir dönem zar zor belediye başkanlığı yapmakla, siyaset tecrübesi çok zayıf olan Meral Akşener’den taltif almakla CHP genel başkanı olunmaz.
İşte CHP üyeleri bunları çok iyi değerlendirmeli ve popülizme geçit vermemelidir. CHP’nin tartışacağı konu genel başkanlık konusu değildir. CHP halkın ekonomisini, öğrencilerin eğitimini, hastaların sağlık gereksinimlerini, zamları, vergi adaletsizliğini, çiftçinin, işçinin, köylünün, esnafın, iş adamının, memurun emeklinin durumunu tartışmalıdır. Akçeli işler CHP’lilerin tartışacağı konu olmalıdır. Falanca basın ne kadar nemalandı, filanca gazeteci ne götürdü konuları CHPli’nin ağzında bile olmamalıdır.
Ama işte şimdiki görüntüye uzaktan bakıldığında görünen, halkın CHP’ye güven konusunda düşündüklerinin çok da yanlış olmadığı ve de küçük partilere 10’ar vekillik armağan ederek yaşama hakkını veren CHP’nin hasbelkader iktidar olursa kimle ve nasıl bir paylaşım içerisine gireceği düşündüren konulardır.
Dostlukla kalın.