Ülkelerin var oldukları müddetçe “beka sorunları” da vardır. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin beka sorunu yeni bir sorun değil ve oldum olası var olagelen bir sorundur.
Bunu şöyle açıklayalım: Hekimler bilirler, herkes vücudunda bir verem mikrobu taşır. Ama birçoğumuz verem hastası değilizdir. Ne zaman ki vücudumuzda verem mikrobunun etkinliğini artıracağı bir ortamı sağlarız, zayıf düşeriz o zaman verem mikrobu hemen harekete geçer ve verem hastası oluruz.
İşte devletler de böyledir. Her devletin her zaman “beka” sorunu vardır. Ve diğer devletler, o devletin zayıf düşmesini daima beklerler. Hatta zayıf düşmesi için gereken katkıları da(!) hep yaparlar.
Dolayısıyla bizlerin yapması gereken, ülke içerisinde ayrıştırıcı değil, birleştirici olmak zorundayız. Ülkeye zarar verecek düşüncelerin önünü almalıyız ama vatandaşların büyük bir kısmını da “hain” olarak göstermeden…
Şöyle bir inceleyelim: PKK, dış kaynaklar tarafından kullanılan bir terör örgütüdür. Amacı Türkiye Cumhuriyeti’ne huzursuzluk vererek, zaman zaman “dış güçlerin” istedikleri yaptırımların, uygulanması için ortam hazırlamaktır. Dolayısıyla ülkemiz için tehlikeli ve önlenmesi gereken bir yapıdır. Bu yapının resmi siyasi uzantısının HDP olduğu da aşikardır. Dolayısıyla bir vatandaş olarak HDP ile yapılacak her türlü işbirliğinin aynı zamanda PKK ile işbirliği olacağını hepimiz söylüyoruz. Şimdi Cumhur İttifakı, Millet İttifakı için, Millet İttifakı da Cumhur İttifakı için “HDP ile işbirliği yapıyorlar” söylemini kullanıyorlar. Burada çok açık ve net şunu söylemek lazım: Mesela İstanbul’da Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’nın oyları hemen hemen denk. İstanbul’da eğer HDP, Cumhur İttifakı’na destek verirse Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım belediye başkanı seçilecek. Eğer HDP, Millet İttifakı’na destek verirse de Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu seçimi kazanacak. Bu durumda iki tarafın da bu görüşmeleri sürdürdüğünü söylemek sanırım güç olmayacak.
Diğer taraftan, ülke çıkarları adına AK Parti Hükümeti’nin PKK-HDP ile görüşmeler yaptığı ve bunun adına da “çözüm süreci” dediği çok da uzun zaman önce değildi. Bunun yanı sıra, PKK-HDP’nin 1990’lı yılların başında SHP tarafından Meclis’e taşındığını, şimdilerde de CHP içerisinde PKK sempatizanlığı olan, PKK’lı teröristlerin cenazesine giden, PKK elebaşının avukatlığını yapan vekiller olduğunu da unutmuş olamayız.
Yani ne AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, ne de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu birbirlerini HDP işbirliğiyle suçlayacak durumda değillerdir.
Aslında temelde yapılacak bir şey vardır. PKK ile mücadelede sona yaklaştığımız şu günlerde HDP’nin de kapısına kilit vurarak “terörist siyaseti” ülke gündeminden düşürmek gerekmektedir.
Daha düne kadar AK Parti’yi “çözüm süreci”nden dolayı eleştiren MHP şimdilerde AK Parti’yle beraber yürümekte ve MHP tabanına daha cazip gelen İyi Parti’ye HDP ile işbirliği suçlaması yöneltmektedir.
İşte başa döndüğümüzde, şunu iyi görmeliyiz. Hepimizin çevresinde AK Partili, MHP’li, CHP’li, İyi Partili ve diğer partilerden dostları, arkadaşları bulunmaktadır. Bu birliktelikle biz varız. Eğer bu birliktelik elden kaçarsa o zaman asıl beka sorunu çözümsüz bir hal alır.
Eğer AK Parti, CHP’lileri, MHP, İyi Partilileri bölücülükle suçlarsa, CHP’liler ve İyi Partililer, AK Parti ve MHP’yi bölücülükle suçlarsa ve bu suçlamalar artık “takım tutar gibi parti tutma” seviyesine gelirse işte beka sorunu bu durum olacaktır.
AK Parti’yi sanki İslam’ın temsilcisi gibi, CHP’yi sanki Atatürk’ün temsilcisi gibi, MHP’yi sanki milliyetçiliğin temsilcisi gibi görmeye devam edersek bu zafiyet sürüp gider ve işte “verem hastalığı” meydana gelir.
Bizler güçlü olmak için uğraşmalıyız. Güçlü olmak da birlik olmaktan geçer. Birlik olmak da birbirimize iftira atmaktan değil, birbirimizin ne dediğini iyi dinlemekten geçer.