Her konuda olduğu gibi 15 Temmuz konusu da bir kesimin senaryo, diğer bir kesimin kalkışma dediği bir olaydır. Neden böyle olduğunu anlamak için öncelikle 2000’li yılların başlarına gitmek gerekir. 2001 yılında Ak Parti, Rahmetli Erbakan hareketinden ayrılmış ve kurulmuştur. (Aslında Refah Partisi çizgisinden(Refah, Fazilet ve Saadet partileri) ayrılış da ayrı bir konudur ondan da, sonraki yazımda bahsedeyim)
Ak Parti ilginç bir iş başarmış ve kurulduğunda ilk seçiminde iktidarı kazanan bir parti olmuştur. Tabii bunun nasıl olduğunu ve ABD’nin bu işin neresinde olduğunu sanırım bilmeyenimiz yoktur. Hatta o dönemlerde konu olan 1 Milyar Dolar hikayesini hatırlayacaksınız. Ak Parti iktidar olmuştur ama kadrosu yoktur. Yani kendi siyasetinize yakın vali atayacaksınız, emniyet müdürü atayacaksınız, Devlet kurumlarının bölge müdürlerini atayacaksınız kısacası birçok kadroya ihtiyacınız olacak ama Ak Parti’nin bu kadroları yoktu. Bu kadrolar Devlette yıllarca yapılanmış, herkesin “muhterem bir insan” olarak nitelendirdiği hatta Rahmetli Ecevit’in bile sitayişle bahsettiği Fethullah’ın cemaatinden devşirilmişti.
Yıllardır Devlet’in her kademesinde sinsice palazlanan cemaat için bu fırsat kaçmazdı. Ve de her cemaat/tarikat için geçerli olan “Emperyalizmin kucağında palazlanma”, bu cemaati de ABD’nin desteğiyle Ak Parti’nin içinde kadrolaşmasını sağladı. Burada şunu hatırlatmak lazım: Emperyalizmin çalışma şekli hep böyledir. Ülke içerisinde hain yetiştirir. Bunu sabırla yaparken, bizim gibi ülkelerde en iyi kullanacağı argüman dindir. Dini cemaat gibi veya tarikat gibi gözüken oluşumlarda zaten birazcık parayı gördüler mi bu hainlikten hiç çekinmezler. Yani Türk halkı uyanık olmalıdır, “Fethullah cemaati kötü diğer cemaatler iyi” gibi bir algı sadece safdillikten meydana gelir. Tüm dünyada böyle dini oluşumların arkasında muhakkak bir emperyalist uşaklığı yatmaktadır.
2004 yılı Ağustosunda yapılan MGK’da, bu cemaatle mücadele için karar alınmış ve altında Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül’ün imzaları olsa da daha sonra Başdanışman Yalçın Akdoğan’ın ifadesine göre bu MGK kararı yok hükmünde kabul edilmişti.
Ve bu Ak Parti-Fethullah ilişkisi 2004 yılından itibaren çok iyi gitmese de 2012 yılı Şubat ayında MİT Müsteşarı krizine kadar sürdü. Bu arada bu ilişkinin iyi gitmemesinin en önemli maddesi dershanelerdi. 2004 yılında Ak Parti dershaneleri kapatmakla ilgili bir yasa teklifi üzerinde çalışıyordu ve Fethullahçılar bundan dolayı çok kızmışlardı. Bunun üzerine bir de 2004 MGK kararı ortaya çıkınca ipler iyiden iyiye gerildi. Gerçi bu dershaneler yasası ancak 10 yıl sonra Şubat 2014’te TBMM Genel Kuruluna getirildi. 2013’te Meclis’te tartılmaya başlanan bu yasa teklifi ile ilgili hatırlayacaksınız Hakan Şükür gibi cemaatçi vekiller Ak Parti’den istifa etmişti.
Tabii ki MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması olayı gerginliği ortaya çıkarmış, 17-25 Aralık olayları iyice derinleştirmiş ve de nihayetinde dershaneler yasası ipleri koparmıştı. İşte 2014’ten sonraki dönem Ak Parti’nin FETÖ ile mücadele dönemi olarak devam etmiştir. Tabii ki hem Ak Parti’nin içerisinde, hem Ak Parti’nin yönetim kadrolarında hem de Devletin yönetim kadrolarında Fethullahçılar çöreklenmişti. Dolayısıyla bu mücadele hiç de kolay değildi. Bir de bu tür dini oluşumların en büyük özelliği olabildiğince oportünist olabilmeleri idi. Yani bukalemun gibi kılık değiştirip, ilkeli olmadıklarından bulundukları ortama hemen uyum sağlayabilmeleridir. Yani böyle bir cemaat mensubu içki içen birinden faydalanacaksa onunla içki içebilir, hatta kendi oluşumuna dahi rahatça küfür edebilir bir durumdadır. Dolayısıyla bu mücadele oldukça zor bir mücadele olacaktı.
FETÖ ile PKK ile diğer terör örgütleriyle, tarikat-cemaat oluşumlarıyla mücadele bilin ki Emperyalizmle mücadeledir. Ak Parti bu mücadeleyi belki zorunlu olarak vermeye başlamıştır ama sonuçta vermektedir. Bu konuda da en büyük destek Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Ve bu mücadelenin üzerine Ak Parti’yi kontrol edemeyeceğini anlayan ABD yeni bir hazırlık peşine düşmüştür. Ordunun içerisindeki CIA’cı komutanları, polisin içindeki Fethullahçı yapılanmaları hazırlamaya başlamıştır. Ve nitekim beklediğinden erken olsa da 15 Temmuz 2016’da Türkiye’deki tüm hain güçleri ortaya çıkarmıştır.
İşte bu kalkışmanın ardındaki güçtür ABD. Aksi halde kerameti kendinden menkul bir cühelanın yapabileceği bir iş midir bu kalkışma?
Bakın şöyle bir örnek vereyim. 2. Ordu Komutanı Adem Huduti diye bir orgeneral var duymuşsunuzdur. Bu kişi kalkışmaya destek verenler içerisinde şimdi cezasını çekiyor. Ama bu adamın ne Fethullahla ne diğer bir dini cemaatle ilişkisini arasanız bulamazsınız. Çünkü kendisi Orgeneral olarak gidip böyle bir adamın elini öpecek değildir. Ama işin içinde şahsi ikbal var. Yani Ağustos’taki atamalarda emekliye ayrılacak olan bu kişi, darbe girişimi başarılı olsa ya Genelkurmay Başkanı veya 2. Başkanı ya da en kötü, Kara Kuvvetleri Komutanı olarak yaşamına devam edecekti belki de…
15 Temmuz’da çok ince nüanslar vardır. Mesela Ömer Halisdemir, darbeci haini vurmasaydı ve orası darbecilerin eline geçmiş olsaydı gidişat çok farklı olabilirdi. Mesela Türksat personelinin direnmesiyle yayınların kesilmemesini sağlayanlar olmasaydı durum farklı yöne ilerleyebilirdi. Ve bunun gibi onlarca örnekler…
Aslında o gece sokağa dökülen halkı kimse hesaba almamıştı. Ama o halk öyle bir direniş gösterdi ki bu direniş aynı zamanda ülkemizde bundan sonra darbeye kalkacaklar olursa bu halkın, karşısına dikileceğinin de gözdağıydı.
Yani kısacası 15 Temmuz ABD emperyalizmine geçit verilemeyeceğini ve de Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi çıkarları doğrultusunda kendisinin kararlar vereceğini ilan eden bir kazanımdı.
ABD 4 Temmuzunun karşısında, Türkiye Cumhuriyeti 15 Temmuzu dimdik ayakta duracaktır, durmalıdır.
Dostlukla kalın.