Bu hafta biraz tarihe değinmek istedim. Malum bizim için gelecek değil, geçmiş daha önemli. Bu yazımda tarihe değinirken yorum yapmayacağım. O dönem olan biten neyse o. Yazıyı okurken bunu dikkate almanızı rica ediyorum. Şimdi tarih sayfalarında gezinmeye başlayalım…
Osmanlı döneminde de bugün olduğu gibi gazete ve mecmualar yayın yapıyordu. Sayıları bugünkü kadar fazla değildi tabii. Halk, olanı biteni gazetelerden öğrenmekteydi.
Dünyada birçok iktidar güçlerini sansüre borçludur. Dünyanın birçok yerinde iktidar gücü kaybetmemek, elinde sıkıca tutmak adına sansür uygulamasına başvurur ve dünya basın tarihine bakıldığında bunun çokça örneğine rastlanılabilir.
Nitekim Osmanlı’da da sansür uygulamasına başvuruldu. Osmanlı ve sansür denilince ilk akla gelen isim Sultan 2. Abdülhamid Han’dır. O dönem sansür ile alakalı kurumlar ve memurlar bulunmaktaydı. Sansür memurları padişaha sadakat yemini etmiş kişilerdi. Memurlar her türlü neşriyatı inceler ve lüzum gördüklerinde sansür uygularlardı. Hatta bu sansür memurları her gazetenin yönetim yerine gelir ve çıkacak yazıları okur, istemediklerini çıkararak, beğendiklerine ‘görülmüştür’ ifadesini yazarlardı.
Siyasi olmayan kelimelere bile bu memurlar tarafından birtakım anlamlar yüklendi ve kapatılan gazeteler oldu. Bu kelimelerin bazıları şöyle:
Makedonya, Murat, Girit, hürriyet, cumhuriyet, ıslahat, sakal, boya, burun, hasta, adalet, millet, yıldız, zulüm, tahtakurusu…
Peki bu sansür ne zaman son buldu? 24 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile birlikte Sultan 2. Abdülhamid’in iktidarının sona ermesiyle. Bugün de 24 Temmuz tarihi Gazeteciler ve Basın Bayramı olarak kutlanıyor…
Tarihten bahsettikten sonra müsaadenizle basit bir soru soracağım. “Yalan” kime göre, neye göre?