Son yıllarda, toplumun ruh sağlığı ile ilgili kaygılarımız giderek büyüyor. Suç oranlarının artması, kadın cinayetlerinin çoğalması, toplumsal şiddetin zirveye çıkması… Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde, toplumun derin bir krizle karşı karşıya olduğu gerçeği ile yüzleşmemek elde değil. Bir anne, iki çocuğunu öldürüyor; bir baba, çocuğuna şiddet uyguluyor; kadınlar, şiddetle, tacizle, cinayetle her gün daha fazla yüzleşiyor. Ve bunlar yalnızca birkaç örnek. Peki, tüm bu dramatik olaylar neyi gösteriyor?
Ruh sağlığına dair sorunlar, günümüzün en önemli toplumsal meselelerinden biri haline geldi. Suç oranlarının arttığı, cinayetlerin sıradanlaştığı bir toplumda, bireylerin zihinsel ve psikolojik durumu, göz ardı edilemeyecek kadar önemli. Bunu sadece bireysel bir sorun olarak görmek, toplumu daha da tehlikeli bir hale sokar. Zira toplumsal ruh sağlığı bozulmuş bir toplumda, şiddet, cinayet, suç oranı gibi olgular daha fazla görülür.
Son dönemde artan kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği, toplumda derin yaralar açan psikolojik etkilerle doğrudan ilişkilidir. Kadınlar, toplumda yıllarca maruz kaldıkları ayrımcılık, şiddet ve psikolojik baskı nedeniyle hem bedensel hem de ruhsal açıdan yıpranıyorlar. Ne yazık ki, bu şiddetin bir kısmı, kadınların ev içinde, en yakınlarından bile korunamayacak kadar savunmasız olduğu noktaya kadar ilerliyor. Toplumdaki erkek egemen yapının bir sonucu olarak, bazı bireyler, bunu içselleştirip, şiddetle çözüm aramaya yöneliyor. Bu durum, sadece kadınları değil, tüm toplumu tehdit eden bir zihinsel bozulma sürecinin göstergesidir. Geçtiğimiz günlerde haberlerde bir annenin cinnet geçirip iki evladını bıçaklayarak öldürdüğüne şahit olduk.
Bir anne, kendi çocuklarını öldürebilir mi? İnsanlığın temelinde sevgi, koruma ve güven vardır. Ancak bir anne, bu temel duygulardan tamamen uzaklaşarak, böyle korkunç bir eyleme kalkışabiliyorsa, arka planda çok daha karmaşık ve derin bir psikolojik travmanın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu tür olaylar, toplumsal travmaların, ruhsal bozuklukların, sosyal baskıların ve bireysel çözümsüzlüklerin bir yansımasıdır. Olayların nedenleri, yalnızca bireysel psikolojik bozukluklarla açıklanamaz; toplumsal yapının, ekonominin, eğitimin, aile içindeki dinamiklerin de bu tür trajik sonuçlarda payı vardır.
Toplumdaki bu gibi rahatsız edici olaylar, bizlere ruh sağlığının ne kadar önemli bir mesele olduğunu hatırlatıyor. Ancak psikolojik sağlığı dikkate almak, yalnızca bireysel olarak tedavi edilmesi gereken bir konu olmaktan çıkıp, toplumun her bireyini etkileyen ve kolektif bir çözüm gerektiren bir mesele haline gelmektedir. Ruh sağlığı, sadece bireylerin içsel dünyasını değil, tüm toplumu doğrudan etkiler. Suçlar, şiddet olayları ve toplumda yaygınlaşan mutsuzluk, bu krizden çıkmanın yolunun psikolojik destek ve toplumsal farkındalıkla mümkün olabileceğini gösteriyor.
Eğer suç oranlarının artmasının, kadın cinayetlerinin çoğalmasının ve toplumsal şiddetin derinleşmesinin önüne geçmek istiyorsak, önce ruh sağlığını ciddiye almamız gerekiyor. Toplumda farkındalık yaratmak, psikolojik destek hizmetlerine erişimi kolaylaştırmak, eğitim sistemini ruh sağlığını iyileştirecek şekilde revize etmek ve bireylerin içsel dünyalarını anlamalarına yardımcı olmak zorundayız. Unutmayalım ki, bir toplum ne kadar sağlıklı olursa, bireyler de o kadar sağlıklı olur.