Salgının ilerisi ne olacak?
Salgınla kapsamlı, tam bir mücadeleye yönelik uluslararası bir koordinasyon her ne kadar sağlanamasa da dönemin şartlarında uygulanabilecek en elverişli ve etkin tedbir, uluslararası ticaretin ve seyahatin durması ve kontrol altına alınmasıydı. On dokuzuncu yüzyıl şartlarında seyahatlerin ve uluslararası ticaretin büyük bir kısmının gemiyle yapılması sebebiyle 1851 yılında toplanan Paris’teki salgın hastalıklarla mücadele konferansında, alınacak tedbirler ve uygulanacak karantina hükümleri dahilinde deniz yolları üzerine yoğunlaşılmıştı. Özellikle bulaşıcı hastalık taşıdığı şüphelenilen gemilerin, yabancı ülke limanlarına yanaşmasıyla ilgili alınacak tedbirler belirlenmeye çalışılmıştı. Fakat konferansa katılan ülkeler, alınacak tedbirlerle ilgili kendi hakimiyet alanlarına yapılacak müdahaleler ve yetkiler konusunda anlaşamadıkları için Paris konferansı salgınla mücadele konusunda akim kaldı.
DSÖ bu neredeyse dokunulmaz hukuki yapısına rağmen Kovid-19 salgınının ortaya çıkmasından itibaren bir hayli eleştiri aldı. Başta ABD Başkanı Donald Trump’ın salgının ABD’ye ulaşması nedeniyle DSÖ’yü suçlayarak salgının kötü yönetildiğini iddia etmesi, belki de Kovid-19 krizi dönemindeki en dikkat çekici olaylardan biri. Aynı şekilde BM Güvenlik Konseyi’nin Kovid-19 salgınının ve müteakip krizin önlenmesi ve halihazırda kriz ve uyuşmazlık durumunda bulunan bölgelerde salgının en hafif şekilde atlatılmasının sağlanmasına ilişkin harekete geçmemesi de bu kapsamda hayli eleştiriliyor.
DSÖ’ye Kovid-19 pandemisi sürecinde getirilen bir başka eleştiri de, örgütün Çin’i, salgını önleme konusundaki kifayetsizliği konusunda yeterince sorgulamadığı ve ona bu konuda baskı yapmadığı iddialarına müstenit bir şekilde yapıldı. Ancak temel sorun, salgın konusunda, salgının çıktığı ilk ülkeden gelecek olan gecikmiş ya da güvenilebilir olmayan bilgilerin, yukarıda ele alınan hükümler çerçevesinde tamamen hukuki bir problem olarak anlaşılmasıdır. Bu bağlamda DSÖ’nün inisiyatif alarak Çin’in salgınla ilgili sorumluğunun hukuki bir problem olup olmadığını ve gerçekten DSÖ yönetmeliklerine aykırı hareket edip etmediğini açıklığa kavuşturması gerekiyor. Başta Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler olmak üzere, Kovid-19 salgınıyla mücadelede zarar gören ülkelerin pek çoğu, küresel salgınlarla mücadele konusunda DSÖ ve BM gibi küresel yapıların işleyişinde ve hukuki yapılarında reform yapılması taleplerini artık yüksek sesle dillendiriliyor. DSÖ ve BM gibi uluslararası kuruluşların hukuki yapılarına dair reform talepleri dikkate alınmazsa, bu kuruluşlara alternatiflerin çıkması mümkün görünüyor. Küresel sağlık güvenliği bakımından ortaya çıkan bu taleplere karşı ilgili aktörler gerekli tedbirleri almadıkları takdirde, burada oluşacak ayrışmanın diğer satıhlara da sirayet etmesi ihtimal dahilinde. DSÖ’nün Kovid-19’la mücadele konusunda gösterdiği yetersiz çalışmalar, dünya genelinde sağlık problemlerinin, salgın hastalıkların artık daha dikkatle takip edilmesine yol açacaktır. Şu ya da bu ülkenin kendi refleksleriyle uluslararası camiadan bağımsız hareket etmesine sebep olabilecektir. Sağlıkla ilgili sorunlara güvenlik eksenli bir yaklaşım sergilenecek ve bu alanda yeni uluslararası işbirlikleri ortaya çıkacaktır. Nükleer silahların kullanılmasına yönelik uluslararası anlaşmalarda olduğu gibi tehlikeli salgın hastalıkların önlenmesi ve bio-güvenlik konularında yeni ikili ya da çoklu uluslararası anlaşmalara ihtiyaç doğabilecektir.